In life, unlike chess, the game continues after checkmate.

(Hayatta, satrancın aksine, oyun şah-mattan sonra da devam eder.)

30 Aralık 2016 Cuma

Christmas'in Mübarek Olsun


2017 sen mi büyüksün ben mi....?
10 9 8 7 6 5 4 3 2 1…

        Sağlık, mutluluk, huzur, bol kahkaha, bol para… Klasik yeni yıl mesajı… 

Benim mesajım mi....? sadece “Mutlu Yıllar...!” yazıp mesaj atacak biri değilim, bu yüzden yazıyı biraz daha açayım.

Şimdi 
Sağlık önemli evet, ama itiraf et o sağlığı başa bazen sırf koymuş olmak için koyuyorsun.... Aslında sağlıktan önce aklına bi kaç “Özel İsim” geliyor, bi kaç intikam cümlesi kuruyorsun. Söyle ya çekinme, biz de geçtik o yollardan. Geçiyoruz o yollardan. Herkes geçiyor aynı yollardan. Ama biraz farklı anlatacağım ben sağlığı, yeni yıla giriyoruz Aklına kanseri, trafik kazasını getirmeden dileyelim sağlığı.

Beyler; bu yıl bi şişe 18 yıllık Chivas’ı bi gecede içebilecek kadar iyi olsun karaciğeriniz. Boşver ya, senin ihtiyacın mı var protein tozuna… Aminoasit ne...! Geçme spor salonunun önünden bu yıl. Onlarsız iyi olsun vücudun bu yıl. Gillette senin yanında olsun, tıraştan sonra o yanma hissi hiç olmasın bu yıl. Rüzgâr hissi olsun. Kirli olabilir biraz sakalın, iyidir öyle

Kalbin otomatik vites gibi olsun, kalmasın yokuşta bu yıl. Ya düz vites de kalmaz tabi yokuşta sen kullanıyorsan :)

Yoldan geçen kızın pantolonuyla beyaz t-shirt ü arasında kalan yanık beli yine tebessüm ettirsin sana bu yıl. Ancak bir kez görünen yunusu bir tek senin görebileceğin kadar iyi görsün gözlerin bu yıl.

Kızlar; allık kullanmaya ihtiyaç olmayacak kadar pembe olsun yanaklarımız bu yıl. Kırılmasın o tırnaklar hiç, vitaminimiz eksilmesin hiç bu yıl. Bazen biz evde öylesine toplarız o saçı, mükemmel olur o saç, bi daha öyle toplayamayız o saçı… Hep o ev hali gibi mükemmel olsun o saçlar bu yıl.

Karnımızı içimize iyice çekebilmek için güçlü olsun ciğerlerimiz bu yıl. Bütün insanların kafalarından geçen adsız sansız melodileri ve şarkıların bütün gün hatırlanamayan ilk dizelerini hatırlayabilecek kadar güçlü olsun hafızalarımız. Sabah yüzümüzdeki yastık izinden başka kırışığımız olmasın bu yıl. Topuklu ayakkabı olmadan da güzel görünsün bacaklarımız bu yıl.

Sırada mutluluk, huzur, bol kahkaha var. Burada kız erkek ayrıma yapmıycam çünkü iki tarafında tanıdığı yok yukarılardan.

Yeni tanıştığın o hoş kızla/adamla aynı kitabı okumuş olma tesadüfün olsun bu yıl.....Tamam kitap okumuyorsan film de olur. O bi yerden tanıdık gelen güzel kız, gerçekten bi yerden tanıdık olsun, gelsin “merhaba” desin bu yıl. 

Erkekler hep pozitif kızları sevmesin arada üzgün olabileceğimizi anlasın bu yıl.. Sadece yılbaşı geceleri değil her geceleri Victoria’s Secret Fashion Show gibi olsun şu yurdum erkeklerinin...... Kızlar baş başa yemek yemek istemesinler bu yıl, derbi zamanlarını bilsinler, aramasınlar o saatlerde

Erkekler “Kimdi o kız..?” sorusuna “bir arkadaş” diye cevap vermesinler bu yıl, uzun uzun açıklasınlar…...Bkz. bir iki kere konuştuk, ama öyle ciddi bi şey değil, sonra geçen gün… Ondan sonra… Ayrıca şişko, zaten ben esmer sevmem bilirsin.” cümlesi olmasın bu yıl.......

Çocukluk fotoğraflarından bu yana değişmeyen gözlerini biri fark etsin, resimlerine bakınca bu yıl. Dün geceyi hatırlamadığın bi kaç sabahın olsun........, telefonunda bi kaç aranmaması gereken numara aranmış olsun bu yıl.

Kızların hepsi güzel yemek yapsın beyler hep “eline sağlık” desin bu yıl. Kızlar “O” kızdan daha güzel olsun, erkekler “O” çocuktan daha iyi olsun. “Niye onunla birlikte...?” sorusuna “Seni hak etmiyordu zaten” diye cevap veren bi arkadaşın olsun yanında bu yıl. Birlikte yaşlanan insanların müthiş sırlarını anla bu yıl.

Gelelim bol paraya…

İsteme bunu, gelirse gelir gelmezse gelmez. Yukarıdakiler yoksa sende, fark etmez cebinde 20 mi var 50 mi var.......Tamam :) peki olsun bol paran bu yıl.

Kızlar O vitrindeki 20 cm topukluları alabilsin el kadar çantaya dünyanın parasını verebilsin.

Beyler O arabaya binebilsin. İstanbul, Londra ya da New York’ta, O lüks Residence’da… Altlarında eşofman altı, buzdolabından portakal suyu alıp dolabın kapısını ayağıyla kapatıp, muhteşem şehir manzarasına bakabilsin, ev minimalist döşenmiş olsun gitmesi gereken bi davet olsun, helikopter hazır olsun bu yıl.

Bak şimdi bunlar hayal. Her şey senin istediğin gibi olmayacak yine bu yıl. Ama her şey senin istediğin gibi olsaydı isteyecek bir şeyin kalmazdı dimi, doğum gününde mum üflemenin bi anlamı olmazdı bu yıl. Yine doğum günün gelecek bu yıl unutma. Sen yaşından genç dur bu yıl, aşk olsun bu yıl, 1–0 olan her güzel şey 2–0 olsun bu yıl. Düşünme “Yeni yılını kutlasam mı acaba....?” diye. Kutla boşver, belki 2017 ile birlikte O da değişir

Yukarıdaki dileklerden bi kaçını yaz yolla. Bi kaçı da sana gelir belki bu yıl.

Ben yine yazıyım bu yıl, boğazını düğümleyen bi isim olmasın bu yıl.

27 Aralık 2016 Salı

21 Aralık Aşkına.....!!


         Saatler 23:45’i buldu. yine uykum yok.....!   Annem bunun bir hastalık olduğunu söylüyor

Oysa camdan bakıyorum, karşı sıradaki apartmanlardan birçoğunun ışıkları hala yanıyor. bütün mahalle mi hasta yani...?

Biraz önce Ozi'm aradı, uyuyamadığı için yürüyüşe çıkacağını söyledi. benim de nasıl olsa ayakta olacağımı tahmin ettiği için, birlikte yürüyelim diye düşünmüş. bu saatte yürüyüş yapmak için delirmiş olmak gerek dedim ona ama, o yine de yürüyüşe çıktı işte... hem de tek başına sanırım.





Işığı yanan her evde benim gibi birileri var....!   Eminim her evde de bunun bir hastalık olduğunu düşünen, erken yatan birileri de vardır


Oysa bence de televizyonun karşısında uyuklayıp, erkenden yatmak istemek bir hastalık. çabuk ölmeyi istemek gibi, yaşamı pek de zor birşeyler yapmadan geçirmek veya eğlenmeyi bilmemek gibi. hatta, kendine zaman ayırmayı ihmal etmek gibi. gecenin bu saatinin dinginliği, susturulmuş kent alanında insanın kendisiyle başbaşa kalması ne güzel...! kendi kendine konuşmalar, karşı camlardaki diğer uyumayan insanları merak etmeler, onlara öyküler uydurmalar, kendi öykünü sil baştan yazmalar...

İnsan böyle zamanlar yaratamıyorsa kendine veya yaratmıyorsa, gerçekten yaşamış sayılır mı....? En azından neden uyuyamadığını düşünüyor olmak, neden uyuduğunu düşünmeden uyuyor olmaktan daha sağlıklı değil mi...?

Annem insanın kafasına çok düşünce takıldığında, en iyisinin bir bardak ılık süt içmek olduğunu söyler hep. acaba süt içsem, uykumu kaçıran bu düşüncelerden uzaklaşır mıyım...?


Aslında uykumu kaçıran düşüncelerin bir listesini yapayım en iyisi. bunların başında sanırım işim geliyor. işimi iyi yaparım. orda bir sorun yok, hatta işyerimde de bir sorun yok. aslında bu konuda çok şanslıyım üstüne üstlük. bu ülkede pek de fazla insanın yaşamadığı bir iş güvencesi ile çalışıyorum. kolay bir iş bana göre. düzeni kuruyorum, bozuyorlar, ben yeniden kuruyorum. herkes işimin çok zor bir iş olduğunu düşünüyor. oysa bu iş tam bana göre. monotonluk beni hep sıkmıştır. bu işin en iyi tarafı da bu galiba. herşeyin her an değişebilir olması ve üstelik de gerçekten durmaksızın değişmesi, yeni bir şekil alması ve diğer herşeyin de bu yeniliğe göre yeniden düzenlemeye gereksinim duyması. hiçbirşeyin kalıcı olmaması... bu devinim mi kafamı kurcalayıp, beni uykusuz bırakan, neredeyse rüyada gezen bir zombiye çeviren.....? olabilir...


Hep düşünüyorum, yarın değişecek olan ne, değişene göre ben neleri yeniden kurgulamalıyım, yeni düzende eskilerden neleri saklamalıyım, bir sonraki değişiklikte eskilerden hangilerine gereksinim duyacağım...

Sonra, bir de şu aşk meselesi var. sanırım iş düşünüyor olmaktan daha zor bir iş aşkı düşünmek. o kadar kaygan ve uçucu bir yapısı olan bir duygu ile baş etmek, sürekli devinim içinde bir işi kurgulamaktan çok daha zor. aşkı bir türlü kurgulayamıyorum. o çok serseri bir sürü duygunun içiçe geçmiş, herşeyi olduğundan farklı kılan uydurma bir hayal yalnızca. bu kadar gerçeküstü bir duygu ile nasıl baş edilir..? ayrıca, aşkın azımsanmayacak bir monotonluğu da var...

Aşık falan da değilim üstelik. zaten mesele de bu belki de..... Ozi'm, aşkın insanın aklını başından uçurduğunu, yüreğini dörtnala koşturduğunu ve dünyada sevdiğin dışındaki herşeye karşı bir çeşit körlük yarattığını anlatmıştı.... Annem ise herkesi ve herşeyi seven, aslında kimseyi ve hiçbirşeyi gerçekten sevmiyordur der. bu doğru olabilir mi...?


Ben kendimi kaybedemiyorum. belki de sorun burada. kendim hep benden önde duruyor, herkesin ve herşeyin karşısına dikilip, alçakça bir duvar kuruyor. namussuz bir şey, evet... arkası görünmeyen, pürüzsüz olduğu için delmeye kıyılmaz, duvar olduğu için üzerinden atlanmaz. sağır, dilsiz, ayırıcı, kapatıcı, beni içine, insanları dışına hapsedici. işin kötüsü, ben bu duvarı seviyorum. herhangi birşeye aşık isem, bu duvara aşığım. uyuyamıyorum.


Annem, kişilerin diğer kişilere karşı kendilerini korumak için belirli bir mesafede durmaları gerektiğini söyler. onun mesafesi vardır, duvarı değil. o da bu mesafeye aşıktır aslında. insanlara dokunmaz, kendisine dokundurmaz. aşklarını bu mesafeden yaşar ve bu yüzden hep güvendedir. annem uyuyabilir. ben uyuyamam bu duvarın arkasında. her an, duvarın gerisinde olan biteni düşünürüm. duvarın bu yakasına geçmek isteyen deniz ve diğer insanları, onlara üzülürüm, kendime üzülürüm. karşılık veremediğim sevgilere karşı ördüğüm bu duvar uyutmuyor beni.


Bir ambulans sesi deliyor gecenin karanlığını, kentin boşalmış sokaklarında hızla ve kararlı bir şekilde uzaklaşıyor benden. birileri daha uyanmıştır bu sese belki, onlar da uyuyamayacak şimdi benim gibi. tesadüfen bu saatte ayakta olan insanlarla ortak bir şeyim olabilir mi......? uykusuzluk dışında ortak bir şey... benzer bir yan, yüreğimde hissettiğim ve beynime hapsettiğim çok önemsiz görünen ama sakladığım için yaşamımın en önemli şeyi haline gelen küçücük bir duygu... başkalarında da olduğunu bilmediğim için beni utandıran... tesadüfen uyuyamamış herkesin paylaştığı önemsiz bir duygu. isimlendirilmemiş olduğu için hepimizin tehlikeli olduğunu düşündüğü, başkalarına anlatmaya korktuğu,


Uykusuz komşularım da birer birer ışıklarını söndürmeye başladılar. kendimi çok mutlu hissediyorum. işte gerçekten yalnızım şimdi aşkın yerini ve onu kimin var ettiğini merak ediyorum. aşk ruhun alışkanlığı, kalbin niyeti diye yazar guido cavalcanti. belleğin bulunduğu kısımda yerini alır aşk, biçimini, saydamlığın ışıktan aldığı gibi, mars’tan gelen bir karanlıktan alarak, oraya yerleşir. aşk böyle kolayca biryerlere yerleşebiliyorsa, ben neden hiçbiryere yerleşemiyorum.......? yoksa fazla mı yerleşiğim tek biryere, kendi içime, bir duvarın gerisine...? yoksa bir kapısı olsa, bir duvar daha mı fazla işe yarar...? o kapının ağzında, öylece uykusuzluk mahmuru verebilir miyim birine kendimi severmişçesine......? hangi duvar ustası ördüyse bu ortaçağ kale duvarını çevreme, neden bir kapı koyuvermemiş en azından ben ordan çıkayım diye...?


Sorular... asıl bunlar uyutmaz adamı işte...! kendimize sorduğumuz ve yanıtlanmamış veya sormadığımız korkudan... birilerinin bizim adımıza yanıtladığı tüm sorular, bu sorulara verilen yanıtların üzerimize yapıştırdığı tüm bu etiketler, raflara dizili bir sürü kavram ve insan arasında bize biçilen ve yalnızca üzgün bir gülümseme ile kabul ettiğimiz bu yer, birileri bizi düşürüp kırmasın diye çevremize kendimizin ördüğü duvar, bu duvar yüzünden bir türlü etiketimizi değiştiremeyen sevgililer... inancımızı yitirmek, yaşamın kendisine önce, kendimize ve sevdiklerimize, hatta aşka... hiçbir zaman bir “rüya tabirleri” kitabı satın alma ihtiyacı duymamak, veya böylesi bir kitabı hiçkimsenin size armağan etmeyi düşünmemesi.

                  Uykusuzluk bu...!   Veee bu bir hastalık  :)

21 Aralık 2016 Çarşamba

Ve Hayat Şaşırtmaya Bayılırdı.........


Sezgileri tarafından neredeyse hiç yanıltılmamış birisi olarak söyleyebilirim ki ne vakit dünyanın aslında o kadarda kötü bir yer olmadığından yaşamın şahaneliğinden güzelliğinden vesaire bahsedecek olsam, içimde bir miktar "insanları kandırıyorum" duygusu belirir.

Hayatımın akışını değiştirdiğim gün insanın en mutlu anlarından biri olan doğum günümdü....
Artık bir Beyin Tümörüm vardi belkide aldığım en büyük armağanımdı......

O gün :;
Ne için yaşıyorum dedim amacım ne varmak istediğim şey ne...? Niye hergün aynı saatte uyanıp aynı yolları gidip, çalışıyor, yemek yiyor ve uyuyorum. Niye para kazanıyorum, eskiyeceğini ya da biteceğini bildiğim şeyleri neden alıyorum.....almak, sahip olmak niye artık beni mutlu etmiyor, neden sevinemiyorum, şaşırmıyorum, artık üzülmüyorum bile.

Ve anladım kii :;
Hayat hep bir daha bunu yapmayacam'larla geçecek.

Bir daha ki seferler hep aynı şeyleri yapacaksın. hep kaybedeceksin zamanı.

Hep geleceğini yazmaya çalışacaksın. hep kaygılanacaksın. ve tasarladığın gibi olmayacak işte.

Gerçekler hep az kalacak. geçmişlerde kaybolacaksın bu sefer. hep kaybedeceksin işte zamanı. büyüteceksin gözünde. bazen hayatı, bazen kendini. sonu hep küçüklüğüyle yüzleşilmiş bi yaşantı, küçüklüğüyle yüzleşmiş bir sen...

Anı yaşamak kaygısıyla maymun olacaksın bu sefer. kaygılanacaksın oldu mu diye. düşüneceksin hep, insansın hep kaybedeceksin işte zamanı.

Ölümü düşündükçe büyüyecek boşluğun, deliye döneceksin. adapte olanlara öfkeleneceksin. onları küçük göreceksin. onları küçük gördüğünü mütevazi bir dille anlatmanın yollarını arayacaksın. anlamayacaklar. bağırman gerekecek. anlamayacaklar. uğraşmayı bırakacaksın. eğlenmene bakacaksın. ama tatmin olmayacaksın.

Tanrı diyecekler sana, çizilmiş bir yaşam. olmaz diyeceksin. özgür ruhlusun ya hani. ama bilemeyeceksin işte elindekiyle ne yapacağını. maymun olacaksın. sakinleşmeye çalıştığın saniyeler davrandığın saniyelerin yarısından fazla olacak. fazla olacak kontrolün. ancak içinden geldiği gibi davransaydın kaç vitrin inmişti aşağı, kaç beyin dökülmüştü yere... sakin olacaksın. yoksa yalnız kalırdın...

Oysa kalmadın mı yine de....? her seferinde. ama dert edeceksin işte, insansın. hep kaybedeceksin zamanı.,

Kaybetmesem ne olurdu derken, yine kaybedeceksin. şaşkına döneceksin, maymuna döneceksin.

Tarihler sayacaklar. milletler övecekler. oradan değilsin, bileceksin. bir etiyopyalıyla aynısın, bileceksin. ait olamayacaksın işte bir yere. hep ayrıksı, hep öfkeli, sebepsiz, saçmasapan öfkelere...

Onlar hep anlayacaklar seni, sen hep yanlış anlaşıldığını düşüneceksin. hep eksik anlaşıldığını. daha fazla çaba sarf edeceksin. daha çok öfkeleneceksin. daha da tuhaflaşacak işler. oysa onlar hiçbir zaman anlamayacaklar ki seni...?

Sen kendini tamamıyla öğrenebildin mi....? ama kaygılanacaksın işte. hep kaybedeceksin zamanı. onlar hep yanlış anlayacak. ama onların hep "onlar" olduklarını görmeyeceksin. "onlar" işte...

Umursamamaya çalışacaksın. maymuna döneceksin.

Düşünmemeye çalışacaksın. maymuna döneceksin.....Ama vazgeçmeyeceksin. inatçısın ya hani, güçlüsün ya... zayıflığını gördükçe güçleneceksin...

Lafları uzatmak isteyeceksin ama sıkmamaya gayret edeceksin....Hep gayret edeceksin. kimse senin yerine yaşamayacak çünkü hayatını..

17 Aralık 2016 Cumartesi

Sanmak İle Olmak Arasındaki Uçurum


Hiç biriyle konuşurken aynaya konuştuğunu sandığın oldu mu...??

Hani bak bir de bu var derken daha evet evet ben de biliyorum dendiği.....bu art arda defalarca olduğunda ne hissedersin...??

Tanrının senle oyun oynadığını mı....?? neleri kimler için feda edebilirsin....??

Satabilir misin duygularını bir damla sevgi için.....??  ne kadar eminsin hayırlarından halbuki bir düşünsen o kadar çok evetin var ki yüzünde patladıkça şok edecek...!! ama bunları kabul edebilecek kadar kadın ya da adam olabilmeye gücün var mı ...??
Tanışmaya korktuğun oldumu hiç çok değer verdiğin biriyle..??

Ya hafif kalırsak ben de o da diye.... ya aslında maskelerimizle gelirsek ve maskeler acıtırsa yüreklerimizi diye....

Hiç sordun mu kendine benimki ne yürek mi acaba diye sorabilir misin bunu olanca cesaretinle....??


Şaşkınlığını yitireli kaç mevsim oldu...?? ruhun en son nerde yanındaydı....?? gözlerinin kaç kelimesi var gerçekten doğru söyleyebildiği yoksa onlara da lens takıp mı gizledin bugüne dek yaşadığın kaçışlar gibi.....

Neden susuyorsun..?? konuşamayacak kadar boş değilsin belki ama itiraf etmekten korkuyorsun.....

Bak: hata ve hayat...çok benzer bu iki kelime.....oynasana kendine dair bu kelimelerle bulabilecek misin yedi farkı resimde.....aynada görünenle aslolan sen arasında kolay bulursun bakmayı ve görmeyi bilirsen..... ama..... hata.... hayat.....

Ben "oldum" sanmak...
Sanmak..!
Sanma....
San.....
Sanrı...
Hayatın aslında bu mu.....???

29 Kasım 2016 Salı

Mutsuz Anneden, Korkunç ."kaynana" Olur



Freud göre, travmatik nevroz, kişinin yaşadığı olayın etkisiyle çocukluk döneminde çözümlenmemiş ruhsal karmaşaların yeniden alevlenmesinden kaynaklanıyor. bu nedenle, çocukluğun erken dönemlerini sağlıklı bir şekilde aşabilmiş kişiler söz konusu rahatsızlığa daha az yatkınlık gösteriyorlar. 


İçinde çeşitli önyargılar bulunan ve yeri geldiğinde onları yüze vuran olumlu ve ya olumsuz
'siz giderken biz geliyorduk' görüşüne sahip annelerdir.. .bazı konularda haklılığı söz konusudur. genellikle sevimli olurlar 'benim evladımın sevdiğini ben de severim' diyenleri gruplara ayırabileceğimiz gibi 'benim evladımın sevdiğini ben sevmek zorunda değilim' diyen öcü olarak gruplandıracağımız annelerdir. Kayınvalide’ler


Bir kadın oğlu için kimseyi layık görmez ve özellikle oğlu kendisinin bulmadığı birini tercih etmişse kaynana kaynanalık damarını iyice kabartır.  kendi bulduğu için bile "eh işte" diyecek bir insandır kaynana bu nedenle gelinler her halükarda çekerler.

Şöylekiii

Bi kadın düşünün evleniyor kocasından beklentisi birlikte gezmelere gitmek eğlenmek kocasının ona hediyeler alması minvalinde..... Ama koca, birinci ayın sonunda her akşam kahveye takılmaya başlıyor. kadının hayalleri yıkılıyor ama neticede back-up plan erkek evlat sahibi olmak.

Oğlan doğup da "agu" demeye başlar başlamaz, anne çocuğu işlemeye başlıyor. 
"oğlum büyüyecek, beni gezmelere götürek. annesine ciciler alacak. yavruum kurban olurum" diye. aslında kocasından bekleyip de göremediği şeyleri, oğluna yansıtıyor.

Sonra oğlan büyüyüp de, elin kızını koluna takıp gezmeye, ona hediyeler filan almaya başlayınca anne sinir küpü oluyor. ne de olsa, kendi oğlunu, kendisini gezdirsin, yaşatsın diye bunca sene besledi değil mi....? öyle olunca da, biricik oğlunu ayartan (!), onun parasını yiyen (!), yelloz'a (!) düşman oluyor haliyle.




Peki biricik oğul ne yapıyor...? eğer biraz normal, gözü açık, keskin zekalı ise, annesinin bu davranışlarının abartılı olduğunu biliyor ve ilişkiyi dengede tutuyor. yok eğer
 "benim anam, gadın anam, yemedi yedirdi, giymedi giydirdi" gözüyle bakıyorsa, o zaman siz her zaman "annemden kıymetli misin" pozisyonunda olmaya, "el kızı" muamelesi görmeye mahkum oluyorsunuz.

"Bak canım, ben oğlumu çok seviyorum o benim ilk göz ağrım ama seni de sevdim. bu işin bitmesini de istemem hiç. amaaaaaaaaaaa.....!!!  benim oğlumdan iyisini bulamazsın onu da bil, ona göre gel konuşalım" diyerek ayrılık aşamasında bana ayar mı verdi öğüt mü verdi anlayamadığım müstakbel ailemin müstakbel ferdiydi. "di" dedim farkedildi sanırım.  :)

Bu yüzden, eğer birlikte olduğunuz adamın annesi babası birbirini sevmiyorsa ve sevgiliniz de annesine düşkünse, koşarak uzaklaşın. arkanıza bakmayın.

Şimdi bu genç kaynanalar, 45-55 yaş aralığında anlamsız bir rekabete girer, oğluyla kanka olmaya çalışır, gelinle yarışır... düşünsenize gelin kaynana aynı saç modeli, çizme için dar pantolon yan yanalar... kaynana dediğiniz, elde danteli, göz de yakın gözlükleri ile veletlerinize bakar... budur...

Yaşadığınız ülkeye göre de değişir, fazla değişmez ama kim bilir belki de değişebilir.

Bu konuda benim hatalarım olamaz mı, olabilir. ben çok mu normalim, hayır, hiç değilim. fakat bunların üsttekileri yazmama engel olmadığı bilinen bir gerçektir.

not:... Cümle sonunda bunu hep kullanmak istemiştim  :)

20 Ekim 2016 Perşembe

HerŞeye Hazırlıklı Olun


    Acıyan gözler nasıl merhametsiz olabilir. işte bunu hastanede öğrenirsiniz...... Doktorun "herseye hazırlıklı olun" demesi kulaklarınızda çınlarken


Sahilde maksatsız serseri yürümenin başlı başına bir nimet olduğunu, hızlı ve dinç hareket kabiliyyetine sahip olabilmenin parayla pulla satın alınamayacak kadar saadet bahşettiğini

İştiha'sızlığın tatsızlığı ile gelen dilediği gibi yeme-içme serbestisinin pek geçici olduğunu, güçlü olduğuna dair vehmettiği nazarının yerle yeksan oluşunu, ferhad gibi kuvvetinin doruğunda olup dağları delebilecek güce sahipken bile gözle göremeyeceği minicik varlıklara yenik düşebileceğini, bir firavunun kafasını kendi emriyle parçalatmasına sebep teşkil eden topal bir kör sineğin gücünü.. bilmekten öteye geçip anlamaya başlıyor insan


Kolay mıdır ölüme hazırlamak kendini.....? mümkün müdür hazırlıklı olmak..? insan nasıl hazırlar kendini ölüme....? var mıdır bir tarifi, önceden bilen alışmış mıdır bu fikre....?

Zordur....iyileşeğini umarak beklemek daha kolaydır.

Yatak soğuk ve bir o kadar da uzak geliyor ama yatmam gerekiyor.. uyumalı ve tüm dünya akışına ayak uydurmalıydım geçen günler bana en çok bunu öğretmişti. bu gece geçen onca aydan sonra sanki içimde oluşan farklı bir boşluk vardı


Anlamlandrmadım ilk başta soğuk yatağa girmek istemedim yatağa girmeyince zihnimin uzaklara gittiğini farkettim yazmalı dedim

Bir satır da olsa yazmalı; bir kenara koyup zam/anın bir fotografını iliştirmeli bir köşeye.


Belki yokolduğumuzda bedenimiz, sözlerimiz, hayallerimiz ve hayatlarımız uçuk gidecek. belki daha yokolmadan geriye baktığımızda çok şey göremeyeceğiz arkamızda. yazdıklarımız da belki birgün gidecek ama kayboluşu diğer herşeyden çok sonra olacak. ondan bu kadar değerli, bu kadar manevi, bu kadar sıradışı yazmak. bir nebze ölümsüzlük kazandırıyor insana. kayboluştan kurtarıyor.


İnsan yazmadan önce düşünür, sıraya koyar, müsvette kağıt kullanır, temize çeker, olmaz bi daha çeker. böylece yazdığı kişi baktığında onun yazdığını anlayıp heyecanlanacaktır belki

Çok konuşup da aslında hiçbir şey söylemiyor olmanın rağbet gördüğü şu zamanda, hala bir şeyler anlatma derdinde olan, umarsızlık karşısında anlaşılamamayı derinden hissedebilenlerin erdemli bir iz bırakma çabasının sessiz izdüşümüdür belki de... 

Ya da sadece hafızanın isyanınından kurtardığımız üç beş kelimenin dünden yarına selamıdır. öyle ya da böyle yazmak, yazabilmek güzel bir duygu.

Hayatın koşuşturması içinde aslında birbirimizi dinler gibi yaptığımız için anlaşamadığımızı düşündüğüm zamanlar bazen "söylemek istediklerimizi yazıp versek birbirimize nasıl olur....?" diye düşünmekten alamıyorum kendimi. belki sözün yapamadığını yazı başarır ne dersiniz.......?

11 Ekim 2016 Salı

2 Beyin Cerrahi 1 Anestezist 4 Hemşire


O sabah Asistanlarin burnuma soktuğu imzaladığım risklerin farkındayım temalı kağıtta beni öldürmelerinin binbir yolunu okurken insan lan acaba öldürecekler de bahane mi arıyorlar diye düşündürdüler.....

Dakikalar sonra neşteri yiyecek olmama rağmen daha önce hiç mutlu olmadığım kadar beni mutlu etmeyi başarmış değişik hazlar tattıran garip iğne. yedim ama sınırları kaldırması pek hoş değildi
şöyle ki;

Bu fotoğraf çekildi odamdan alınıp ameliyata inerken hemşire bir iğne vurdu kaç dakika sonra rakı kafası tadında güzel bir kafaya eriştiğimi ve sürekli sırıttığımı hatırlıyorum, sandalyemi iten hemşireye "abla kaç yapıyo bu şimdi..?" diye sormamla başladı etkisi

Anestezi doktorunu gördüğümde Eros oklarından bir tanesini kalbime fırlatmıştı doktora gayet yavşak bir sırıtışla bakıp "ay ne yakışıklısın sen, evli misin...?" diye sordum doktor gülmeye başladı, sonra sen git başka doktor gelsin dedim "seni bırakıp gidemem" dedi.. O an bu cümleyi başkası söylese unuturdum belki herseyi

Sonra yine yapcağımı yaptım ameliyattan yeni çıkmış bir kadın"gözlerim görmüyor ne oldu bana"diye bağırırken"sen artık kör oldun seni çöpe atıcaklar hahah"diye dalga geçtim

Kendi doktorumu görünce koskoca Prof'u kolundan tutup "sizi gördüğüme çok sevindim" deyip sarıldım "bana verdiniz iğnenin hapı varsa sürekli kullanmak istiyorum" dedim

Son olarak da Anestezist'e iğneyi bana yapmadan önce hipokrat yeminini ezbere okumanı istiyorum dedim.....

Baktılar başa çıkamayacaklar narkozu verdiler ve huzur içinde bir uyku uyudum

Çok güzel bir kafası varmış çok sağlam yavşaklaştırıyor.....Evet İbiş ettiler beni bütün hastaneye  Sınırları kaldırması hiç güzel  olmadı hiiiccc

 Ve yoğun bakım..

ömründe doktorla hastaneyle pek fazla işi olmayan biriyseniz, bu tecrübe hafızanızda unutulmaz anılara yol açabiliyor. sağınızda her tarafı paramparça bi kadın, hortumları sokmuşlar boynundan ordan beslenip nefes alıyor.

Karşınızda 80 yaşında bir adam 5 dakika içinde 3.kez kalbi durunca ellerinde çayla onun ölümünü izleyen doktorlar..

Bundan 10 dakika sonra her şey normalmiş gibi (ki normal zaten onlara göre her saat başı biri ölüyo yenisi geliyo) hemşireye gelen sürpriz doğum günü pastası, iyi ki doğdun falanca sesleri..

Artık her şey gözümde daha naif daha hafif ve daha canlı resmoluyor. bir ay önce şansım yaver gitmeseydi ölüyor olma gerçeği elbette bambaşka biri yaptı beni.....

Nasıl yapmasın, bilinciniz kapalıyken yakınlarınıza verdiğiniz dehşet korku öte yandan bilinciniz açıkken ki manzara. ters giden hallerde sinyal veren makine sesleri, yaşlı, donuk, ölüme yakın vücutlar, birazdan kalbi duracak yandaki hasta....

Bi şeylerin kıymetini sadece kaybedince anlamamak gerektiğini acı bir şekilde öğreniyor insan.

21 Eylül 2016 Çarşamba

Ameliyat Öncesi Son Yazi...ve...Belki de Son Gece


      Vücudumda patlamak üzere olan bir tümör var ama ben hâlâ "Basit" bir ameliyat hemen olcek bitcek diye kendime hatta yanımda olanlara cesaret vermeye çalışıyorum ama bir yandan da içten içe"yahu genel anestezi yapılacak, bir daha uyanmamak da var işin ucunda yada her an herşey olabilir"diye düşünüp tırsıyorum Aslında pek çok şey düşündüm ve sonunda "buda geçer" diyip rahatladım

Taa ki sabahına üzerime arkadan götü açık o yeşili giyip, kafama boneyi takıp, sedyeye uzanıp, karın açlığımı hissedip, ameliyathaneye ineceğim ana kadar........

  ((burda zamanı ileri saralim))


     {{ ameliyat sonrası hastanede kalınan geceler  taburcu olup eve dönüldüğü an ve dünyanın raporunu alıp işe gitmezken yapılan keyif pahabiçilemez..! en keyif aldığım dizileri hunharca izleyip yattığım yerde yemek yemek acayip güzel olacak miis miiss..}}

 ((zaman kaldığı yerden devam eder))

Değişik bir his korku desen değil sanki çaresizlik gibi....Ama çaresiz kalmanın çaresizliği değil....Sanki, o masaya yattıktan sonra kendi üzerindeki tüm egemenliğin biteceği, kendini tamamen o doktora bırakmak zorunda kalacağın için afallama çaresizliği gibi....tarifi güç..

Yattığın yerde kendine bakarsın, aynaya bakarsın, pencereye bakarsın, tüle bakarsın, kornişten çıkmış perde ruleti varsa gözün ona kayar, duvarda tablo varsa ona odaklanırsın. sanki ömründe son kez görüyormuşsun gibi gelir her şeyi

İç dünyan ayrı çalkalanırken beynin de ayrı çalkalanır...

Ölüm korkusuna bulandığımızda sevdiklerime el sallamak, ne olacağını bilmediğin beş saatlik bir uykuya dalmak sonrasinda yoğun bakım filan zor işler

Ölümü hep bir sebeple aniden gelen bir şey sanıyordum oysa "yaşadım ve şu anda ölüyorum" olağan seyrinde hiç düşünememiştim. yaşarken ki sakinlik ve sebepsizlikle gidilebileceği oraya aklımın ucundan geçmemişti.... Uyku gelir, gozlerin kapanir, kalp atislarin yavaslar, uykuya dalarsin..

Uyanır mıyım..??  bilmiyorum....saat ses çıkarmıyor, yelkovan akrepten hiç bir şey istemiyor bu gece bu bir işaret mi.?  Onu da bilmiyorum


Narkozu da yedik mi kuşlar martılar falan fena da olmaz hani....en çok korkutanda narkozlu iken söyleyeceğim şeyler maazallah tövbeler tövbesi :))

Hayatta ufak tefek veya büyük her şeye canımızı sıkabiliyoruz buna değmeyecek kadar değerli aldığımız her nefes....sevenlerim..ailem arkadaşlarım.....


Dünya dönüp durmaya devam edecek kimler ölüyor kimleri kaybediyoruz ama bu anasını sattığımın dünyası hala dönüyor. herkes öldüğünde bile dönmeye devam edecek. bu kadar acımasız işte

Ne biz bu dünyaya aidiz ne de bu dünya bize......Neyse  yine uzattım her zamanki gibi günün doğmasına ramak kaldı az sonra başlıycak macera.....
Artık yavaş yavaş vedalaşma zamanı....yarın ya olur ya olmaz.....Başka bir yerde de karşılaşırmıyız bilinmez.

Kim bilir belki de Sokrates haklıdır “İnsana verilen en büyük iyiliktir”ölüm

          O yüzden arkadaşlar
     Kopasıca sivri dilimden kırılan dökülen varsa  affola.... Yükselen egosuna gem vuramayıp beni kıranları da zaman alsa da affettim..... Uzun yolculuktaki kaçak yolcuydum ne halim varsa hepsini fersah fersah gördüm....Emeklememe, yürümeme ve yüzmeme tahammül eden herkese teşekkür ederim......Bu arada  ödünç aldığım üç noktayı giderken nereye bırakayım :)

             10.9..8...7....6.....5........

               ....zzzzzzzzzzz.......



15 Eylül 2016 Perşembe

Herkese merhem olma bazıları fitile alışkındır.


Öyle insanlar haline geldik ki dışımızdan şişmanlasak da içimizden kuruduk dışımızdan zayıflasak da içimizde yağ bağladı nefret....

insanlar görürsünüz, insanlar tanırsınız, paylaşırsınız , iletişim kurarsınız  peki ya Ïnsanlara değer verme durumunuz nasıl...? desem.....
Bence  garip bir ayrıntı vardır ki kimin neyi ne kadar hak ettiğine kadar vermek buna bir sınır limit belirlemek mümkün değil..

Ïnsanın yaşamındaki kişilere "sana şu kadar değer verdim sana şu kadar sana hiç değer vermedim" demesi bazı kişilere/şeylere "gereğinden fazla" (yani kime göre neye göre gereğinden fazla, karar ölçüt ne?) değer vermesi pek mümkün olmaz..
Sonuçta, yaşamdaki bir çok olayda olduğu gibi, ikili (ve belki daha çoklu) ilişkilerde verilecek değeri özne olan kişi belirler..

Karşıdakinin bunu hak etmesi, etmemesi, heba etmesi, göklere ulaştırması pek de önemli değildir, yeter ki özne kişi bir cevap aramasın "sana saçımı süpürge ettim, sen bana ne verdin" gibi bir laf etmesin bir karşılık beklemesin..

Bir karşılık beklendiği anda (ki bu durumda sizin verdiğiniz "değeri" karşıdakinin ne kadar anladığını anlamak gerekir, eh bu da pek mümkün değildir) illa ki "ben bu kadar değer verdim, o da bana bunları versin, bu kadar değer versin" denir, bu alınmayınca da hayal kırıklığı ortaya çıkar..

Oysa kimseden bir şey beklemeden yaşayanların böylesi dertleri yoktur birisine değer veriliyorsa o kişi sadece bahanedir......Ne demiş eskiler;  "ben seviyorsam sen bahanesin sadece"...... hepsi bu

Âma şöylede bisey var aklınizda bulunsun.....babaannem derdi ki, Herkese merhem olma, bazıları fitile alışkındır  :)))

13 Eylül 2016 Salı

Cevap yanlış ama gidiş Yolum doğruydu


     Dün gece müzik dinliyordum, yavaş tınılar tabiikiiii  Bülent Ortaçgil

Gözlerimi kapadım huzura bulucam dedim ama dışardan gelen sesler izin vermedi sahne şu...

Bir cift tartışıyor niyeyse bu sahneler evimin mutfak camı kenarına denk geliyor pek özel orası.. manzarasından belkide.......Ne fazla gürültü ne fazla ışık mesele bu  arkadaş der gibi.



Er kişi: senin götün çok fena kalktı.

Hâtun kişi: benim götüm hep kalkıktı ama eskiden bununla basedebilyordun simdi altında eziliyosun

Kız gittiği yerler için senden izin alsın. giyim tarzını senin için değiştirsin.. {zeki bir kadın olsa bir daha yüzüne bakmamasını gerektirecek} bir şekilde bağır çağır salak sevgiline. o tüm bunları yalayıp yutsun.

Zeki kadın fikir sahibidir, birikimlidir. senin bildiğin konularda halihazırda fikiri vardır sen ona kendi düşünceni empoze edemezsin.

Zeki olmayan kadın, zaten yüksek ihtimalle konuyu ilk defa senden duyacak, tek bildiği senin anlattığın versiyon olacak, senin yorumlarınla öğrenecektir. senin fikrini sahiplenecektir yani. önceden konu hakkında bir fikri olmadığı için muhakeme edemez. tebrikler kendine bir papağan edindin

Oysa zeki kadınla en hararetli ve gergin tartışmalarınızda bile birbirinizden yeni şeyler öğreniyordunuz. uzlaşmaya varıp varmamanız önemli değildi. aynı şekilde düşünmek zorunda değildiniz.

Birbirinizden duyduğunuz yeni bir sözcük, yeni bir bakış açısı yeterliydi. birbirinize bir şeyler katıyordunuz. şimdi tek yapman gereken boş bir cd'ye kaydetmek. o da sana aynı şeyleri baştan çalar çalar söyler. sen de egonu tatmin edersin herhalde

Rahat değil mi bu...? mis gibi kız işte. istediğin gibi yönlendir, üzerinde baskı kur, manipüle et.

Zeki olmayan kadın zeki kadına benzer mi hiç....? candır o can.

Bana gelirsek tamda bu yüzden evlenmedim....yukarı tükürsem ıssız adam, aşağı tükürsem dingil..! hangisiyle evlenelim.?  zaten evlenince de hayatımıza kuş mu konuyormuş sanki...? o kadar dandirik ki her şey; buzdolabı seçmek bile problem bütün sülalenin parmağı her işinizin içinde maşallah

Şarkı bitiyor bu arada sahnenin geri kalanında neler oldu bilmek herkesin hakkı lakin artık tüm hakları kendilerinde saklı

Ne diyordu baştaki şarkı; olmalı mı olmamalı mı   yoksa hiç değişmemeli mi ama ben değişmezsem ben olamam ki.....

12 Eylül 2016 Pazartesi

İki Nokta Üst üste Biri altta biri Üstte


      Saatler birbirlerine sürtünerek keskinleşmekte,  Eksilmekte olan sevinçlerim gölgesinde geçişmekte uzuuuuun zamandır.......Bütün kelimeler öylece durduğu yerde duruyordu kulaklarımda çınlayan herhangi bir diyalogun her hangi bir ölümüydü........

Ölümsüz bir diyalog olsa ne olurdu bu ölümlü dudaklarımdan dökülen yaşadığımı hissedebilir miydim...? ya da ona gerçek diyebilir miydim..?

Monologtur insanı öldüren ve gerçekliğe yapışan susmak ölüm değilse susmak değildir.........hep anlattım bu yüzden hep anlattım anlattıklarımı lime lime ederek

Sonra dedim ki söz ver kendine korkarak yaşarsan yalnızca hayatı seyredersin.....

O sırada hatirladim Edebiyat Hocam her defasında tekrarlardı....
"iki nokta üst üste biri altta biri üste'' insanlar da iki nokta üst üste gibidir,
her zaman biri allta, biri üsttedir, sen hiç yanyana iki nokta gördün mü....?
olsa olsa bizim gibi (üç nokta)... yanyana olur ve söylenecek söz her zaman yarım kalır ......demişti

Riskler alınmadan insan istediğine ulaşamıyormuş masallarda oluyor gökten elma düşme olayı ancak....

İstediğinize giden yolda dalgalarla boğuşmak uçmaya çalışırken düşmeyi göze almak gerekli

Ancak gözümüzü karartınca mutluluk anı geliyor......

Gerektiğinde binilen trenden risk alıp inmek, güzergah değiştirecek cesarete sahip olmak lazım.......

Bugünlerinin üstünden uzuuuuun seneler geçtikten sonra geçmişine dönüp bakan, yapmak isteyip de yap(a)madığı şeyler için içten içe acı çeken insanlar var.

《"ben orayı kazanmıştım da gitmediydim.", "cesaret edip de başlayamadım o işe. aman, en azından şimdi böyle iki ileri bir geri takılıyorum"》...En büyük tesellileridir

Risksiz bir hayat yaşamak çabası içerisinde olmuşlardır hayat boyunca mutsuzluklardan korktukları için mutlu olamamışlardır dört tekerli kapalı kutularının içinde kırmızı ışıkta beklerken yanlarında duran özgür ikitekerlilere imrenerek bakmışlardır, doğdukları şehirden çıkmaya korkmuşlardır hayatlarında bir kere olsun zıplaya zıplaya kan ter içinde kalıncaya kadar dans etmemişlerdir, baharda yeşeren çimlerin üstüne "gören ne der...?" diye düşünerek atlamamışlardır acı çekmemek için aşık olmamışlardır kendilerini hep engellemişlerdir
                                 Sınırları başkaları tarafından çizilmiş hayatların oyuncuları olmuşlardır

11 Eylül 2016 Pazar

Affetmek öfkenin zamana Yenilişidir bazen..


     Biz önce kendimizi kaybettik gerisi çorap söküğü gibi geldi. küstük kendimize sonra kimseyle barışmak nasip olmadı.........Kendimize hıncımızı hep başkalarından aldık. yılların kabullenişinin hıncını herşeye muhalefet olarak çıkardım belki.....

Nerde olduk bilmiyorum ama biz bi yerde sıfır olduk. daha da başka bişey olmaya yeltenmedik

Ben ki hevesle yapılmış o ıslak kekin tadına bakılıp bırakılmasındaki hüzünde de vardım....

Sonra sokaktan geçen insanlara sert sert bakarken korkumdan değil biraz da gözbebeğinde saçlarımın aksini sevdiğim için bana bak diyerek ısrar etmişimdir belki

Bir nevi iç dökme yazısı bu. malum, insanlara anlatmayı sevmiyorum böyle şeyleri. aradan geçen zamana rağmen hala seni affedebilmiş değilim. zira affetmesi güç

Çok şey öğrendim senden kor halinde bir yürek nasıl tuzla buz olur bir insan bir insanı kendine değil ama en fazla ne kadar yorabilir senden öğrendim çok yazdım sana artık kalem kıpırdatamayacak kadar

o yüzden
Sen nefesini yorma "Akıllım" çocuk ruhumla salaklığı yakıştıramam kendime.....birilerini yakıştırırken gösterdiğin özveriyi kendini bana yakıştırırken göstermemenin sorumlusu ben olmayacağım......iyi geceler......Varsa eğer.

7 Eylül 2016 Çarşamba

Hayalperest tosbağalar seyir ederken Ruhumun derinliklerinde


"Böyle yazı başlığı mı olur...?" dediğinizi duyuyorum ama başlıkları vurucu yapınca daha çok okuyucu geliyor dediler bende"vurucu" olsun diye zorladım biraz.....Tam olarak neye vuruyor bilmiyorum yazıyı yayına alınca anlayacağız o kadarını.....

Üzerinde düşünülmesi gerektiğini hissettigimiz ama tembellikten yada bilimum başka sebeplerden yapmadığımız konular üzerinde akil yürütmeler var bu yazıda...

Înadına yaşamak mesela.....¥aşamı var eden tek şeyin inat etmek olduğunu ifade eden bir eylem benim inanışıma göre 
          şöyle ki;
 "şeytan olarak isimlendirilen varlık eğer inat etmemiş olmasaydı, bugün bir sınavdan geçirilmesi gereken varlıklar olarak bizler/insan evlatları yaşamak dediğimiz şeyi bambaşka bir boyutta ve bambaşka ilişkiler çerçevesinde tanıyacaktık. 

Bu bir yana, eğer havva adem'in yasaklı meyvayı elde etmesi hususunda inat etmiş olmasaydı aynı şekilde şeytansı temelimizden uzak kalacak olan bizler, dünya denen yaşam alanına kavuşamayacaktık.......

Bu yaşamın doğasına ilişkin inat, direngenlik boyutu başlığın. bir de öbür tarafı var bu açıklamaların

O da  şöyle kii..

Madem dünya denen alana bir şekilde eriştik, o halde ölüme rağmen canlılığımızı korumaya uğraşmakla mükellef kılınır ve bu temelde deviniriz. bu kısımda da bir apaçık bir inat görülür. öte yandan bambaşka haller üzre var edilmiş canlıların, o bambaşka hallerine muhalefeten varoluşlarını inkar etmeyecek tutum, davranış ve yaşayışlar gerçekleştirdikleri de yine bu başlık kapmasında incelense fena olmayacak

Sokrates yaşamayı uzun süre hasta olmak diye söylemişti.

Kimisi için bir başkaldırı, bir isyan, bir onur savaşı galibi belli olmayan. ürpertiler içinde tedirgin nefes alıp vermekle yazılamayacak bir roman. mayın tarlası içinde yere düşen parçalanmış cesetler etrafında inadına başını dik tutup yaşarken ölümü göze almak, kimisi içinde ölürken yaşamayı göze almak

Belki de; Ukala bir suç aksiyonudur inadına yaşamak kim bilir....


Suç fakat kime göre...? Hangi hukuğun karşısında suçlu bulunabilir...?  Hangi vicdan bu eylemi suç diye nitelendirebilir...?  Haksızlığa kaşrı sessiz kalmak haklı sayılabilir mi....? Yoksa cezalandıran haddini aşan mıdır...? Hukuk ve din ne kadar örtüşebilir...?

Yazının Norması:: Tanrının kanunları insanların kanunlarından üstündür.

4 Eylül 2016 Pazar

Ne çok şey biliyorsun sen Öyle


     Bilmediğiniz o kadar çok şey varken Biliyormuş gibi yapıp yargılamanız varya   Haahh işte onun ben ta........

    Taş önemli bir şeydir ağalar, taş atmak da mangal gibi yürek ister hani.

    Daha önce bir yerde karalamıştım sanırım insanların beyinsiz olmasını anlayabiliyorum (yüce rabbim onlara çok görmüş, ne yapalım) ama demagoji yapanları daha doğrusu "yapamayanları" gerçekten anlayamıyorum..

     Tartışma esnasinda bir ansiklopedi dolusu bilgi koyarsiniz ortaya karşınızdaki tek cümlede olayi bitirir ; "demagoci yapma"  《daha Telaffuz bile edemezken gerisini varın siz düşünün

     İşin aslı şöyle şöyle diyerek yaptığı yüzüne vurulsa diyebilir ki "ben yalan söylemedim, olanı söyledim" konuyu saptırır yanlış anlaşılmaya kasten mahal verir

     Biseyi yapip edip ondan sonra gevelemek suretiyle konuyu sulandırır genellikle tartisma ve kavgalarda haksiz tarafin kullandigi yöntemler arasindadir

    Böylece yaptığını unutturmayi yada daha da kötüsü zeytinyağı gibi üste çıkmayı hedefler Eğer hakliliginiza gerçekten inaniyor ve karsinizdakinin demogojisini yemeyecek boyuttaysaniz bir sorun yok.....

    Ama degilseniz ezilmeniz söz konusu daha da kötüsü bir kere bu primi verirseniz bunun devami mutlaka gelecektir.

Evet siz daha iyilerine layıksınız  ciddiyim.

Dip not:..demagoji halkın kendi kendini yönetmesidir..  aaa bi dakika başka bir şeydi o..  Ama bilgi bilgidir kalsın......
                                                                Şaşıfelek Çıkmazı hatırasıdır çoookk gülmüştüm çok....

{{nerden geldi aklıma bilmiyorum}}

1 Eylül 2016 Perşembe

Ölüler yaşayanlardan daha çok çiçek alıyor bu hayatta.


      Herkesin var bir hayali var bir hayal kahramanı…Adem ile Havva Kerem ile Asli

Havva'nın kahramanı Adem miydi bilmiyorum ya da Asli gerçekten Kerem'i mi seçti yoksa acısını dindirmek için bir liman mıydı Kerem...? Ama kitaplara geçtiler ister liman ister kahraman..

“Kaderci” biri olmadım Yaşadığın her şeyin sen hakettiğin için başına geldiğine inanırım..  Yaptığın her hareketin bir bedelinin olduğuna, kimsenin etliğe sütlüğe dokunmadan çok uzaklaşamayacağına inanırım.


Öyle inandım, belki de öyle ayakta kaldım. Hayatın adil olduğuna inandım hep.

İçeride bir yerde bedelin ödediği “O” günü düşündüm. Bu yüzden kimi zaman çoğu insana o kadar üzülmedim. Ölüm gibi hastalık gibi büyük acılardan, büyük olaylardan bahsetmiyorum elbette

Birini üzdüyseniz, üzüleceksiniz kaçarı yok diyorum

Zaten kendinden kaçamazsın...her gittiğin yerde bulur kendin seni varlığını tekrar tekrar çarpar yüzüne acıyla irkilip kendine gelirsin sonunda...gidecek başka hiçbir yer yoktur.....yinede yollara vurursun kendini

Yolculuk esas ne zaman başlar...? Tren düdüğünü çaldığında mı,? şoför kontağı çevirdiğinde mi...? iskeleden palamarlar atıldığında, yada tekerlekler yerden kesildiğinde mi...? Yoksa çin atasözündeki gibi "ilk adımda" mı...? ne zaman başlar yolculuklarımız.,?

Bilen bilir, yolculuk denilen şey, karar verdiğiniz zaman değil, yola çıktığınız sırada da değil, ikisinin arasında bir yerde, hazırlıklara giriştiğiniz an başlar.......bir sesin peşinden yollara düşülebileceği gibi, bir şeklin, bir suretin hatta bir kokunun peşinde dolaşanlar olduğu da söylenir. mümkündür. yeterki insan yolunu kendi izinde aramasın... aslolan yola çıkmaktır. aslolan aramaktır. yanıtları bulmaktan çok, soruları çoğaltmaktır...

Yürümeye devam edersin inceden. Bazıları yeni bir yolda yürümeye başlar, bazıları eskisinde devam eder. Ama harekete başlarsın

Bir şey olur en çok neye güldüğünü hatırlarsın. Hikayen canlanır gözünde. “Ben neler yapıyordum aslında” dersin. “Sadece benim yapabildiğim şeyler vardı onları niye yapmıyorum artık” dersin.

Sonra bir şey daha olur “nereden nereye” dersin.....Sahip olduklarını düşünürsün, neye ihtiyacın olduğunu düşünürsün.

İhtiyacın olan şey için mi üzülüyorsun, sahip olduğun şeyi kaybettiğin için mi ağlıyorsun tartarsın kafanda.

Bir sabah uyanırsın. Daha güzel görürsün kendini aynada. Dışarda güneş olmasa da olur.

Evet yanlış duymadın, bu kadar şey tek bir sabah içindir. O sabaha gelene kadar kimisi için yıllar geçer, kimisi için aylar haftalar. Ama o sabah var. Her şeyin daha iyi olduğu o sabah var.

Artık hazırsındır yeniden anlatmaya, yeniden dinlemeye.

İşte o gün de tam böyle oldu. Bir yıldız kaydı bir Eşkiya daha iyileşti. Pişman olmaktansa, minnet duymayı seçti biri daha.

Ölüler yaşayanlardan daha çok çiçek alıyor bu hayatta. Çünkü pişmanlık minnetten daha güçlü bir duygu maalesef...........Hepinize ne yaşıyorsanız geçmiş olsun, hepsi ge'çicek'

27 Ağustos 2016 Cumartesi

"SEN" bu satırları okurken "BEN"............

     Şimdi"ben bu satırları yazarken" diye bir mektuba başlasam, gülerdin. ondandır ben sana hiç eş zamanların seni yaşatan mektuplarını yazmadım. kurdum ama böyle cümleler...... Anlamadın o ayrı

Eş zamanların mektuplarını yazdığım hikaye adamları canını yaktı mı..?  benim yaktı....

Hikayede önce sesler, sessizliğe dönüşür. sonra sessizlik uğultuya. uğultu bir oyundur. oyun tepkisizliğe dönüşür. tepkisizlik, kabullenişe; kabulleniş, alışkanlığa; alışkanlık, bağımlılığa. bağımlılık, uğultuya. uğultu bir oyundur. çoğu zaman oyunun galibidir de üstelik.

Aslında hep bir ihtiyaç duyma hissiyle başlıyordu her şey. tüm altlar üst oluyordu o zaman, her üst alta iniyordu; istisnasız her şey altüst oluyordu. karışıyordu, bulanıyordu midem, bulanıyordu dünya, görüntüler birbirine giriyordu. yedi kat giriyordu birbirine ve ben, göremiyordum yaşadığım neresi, yanımdaki kim, sebep. sebep bulamamak ne zordur

Birkaç gün önce acaba dedim. acaba herkesin hayata baktığı çerçeveler doğru da ben mi yanlış yerden bakıyorum...?   Olabilir mi bu..?  bu düşünce zihnimi bulandırmakta o günden beri.....Hayallerinin bağlı olduğu balonun ipi kopmuş da balonlar yükselirken aşağıdan öylece bakakalmışım gibi

Aylar geçti değilmi...?
Benim seni yaktığım, senin beni acıttığın süreç bu

Hiç yapmadığım zeytinyağlı dolma kadar gerçek, biberlerin acı çıkması kadar sevindirici. bilirim sen acıyı sevmezsin yiyemezsin de hepsi bana kalır

O çok sevdiğin hep anlatığın pencereyi tıktıklayan beyaz güvercinin kanadı kana bulandı. ne zaman uçmak istese kanadındaki kan aklına gelir güvercinin....Ben de üzülürüm gidenlere harcanmışa öldürüşlere..

Sonuç itibariyle, hepsini toplayınca deliliğe övgü tüm bu yazdıklarım.....

25 Ağustos 2016 Perşembe

Benim Gördüğümü Onlar Nasıl Görmezden Gelir


Hani bir bakarsın, bir de görürsün ya...Hani bakmaksızın gördüğün insanlar vardır... Hani baka baka göremediğin....Hani bakıp göremediğin insanlara anlatmazsın, konuşursun lakin anlatmazsın iştee..

Diğerlerine dersen zaten anlatmaya ihtiyaç duymazsın. dilin döndüğü bir ağzın duvarlarına hapis, insan desen koca bir sonsuzluğu taşıyor dünya dolusu insanınkinden farksız iki omuz üzerinde. Ondandır, dilin döndüğü hep bir bakışın döndürdüğünün yanında yetim kalır.

Ondandır konuşmak hep anlatmanın yanında yetim kalır. Gözün gördüğünü tarif etmekte ne var kiii...?

O noktada duruyorum acaba  'Deli'miyim diyorum sonra. delirmezsen nasıl sürdürülür ki bu saçmalık anam babam. kimin gördüğünü ben göremiyorum, benim gördüğümü onlar nasıl görmezden geliyor, anlamıyorum.

İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.

Tüm insanların birer ruhu var ama birçoğu bunun farkında değil ve farkında ol(a)madan geldikleri yere gidecekler


Bir ruh ancak benzerini bulduğu zaman ve bize bizim aklımıza hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu....Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya  (ruhumuzla yaşamaya) başlıyorduk

O zaman tüm tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu

O zaman hiç memnun kalmadık İnanmadık kelimelerimizin noktalama işaretlerine Nerede virgül koyacağmızı bile bilemedik nerede nokta....Nokta cümleleri bitirir bazı ruhlarda.

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Sezen Aksu kadar iyi anlatamam diye düşünüyorum


     Yalnızlığı  yazabilir misin....? dediler Yazgıma itirazı olan var mı...? diye karşılık verdim Yazgı demişken divitler mürekkepler bir kuşa takılıp gittiler

Yalnızlık mutlu yazarların yazılarında dokuz harf...Aşağıdan yukarı yada sağdan sola bir bulmaca belkide...Hevesler kaçmasın ama yalnızın beyninde "tümör"dür yalnızlık
En yalnız olduğun ân'ı bir düşün... 

Sonuna kadar açtığında kollarını rüzgarın seni kucakladığını....Bu rüzgarlar da hep soğuk eser zaten......

Kollarının arasında bir sıcaklık aradığını Yalnızlıktan kendinle konuştuğun ân'ı düşün...hiç kimseye anlatamadıklarını  'ha bu iyiymiş ben bunu insanlara anlatırım'.. deyip aklının bir köşesine attığın nutukları....Ve paslanıp yok olana kadar orada bıraktığını..

Neyimiz var sayarsak çok zor iki olmak......tek olmak çok anlamsız anlayan olmayacak..

Yalnızlıkta olur, olmasını istedigin. göz olur, söz olur konuşur.. iki olur. ikindi geçer, sam eser.....Kelimeler bölününce harflere nefes olur....ikiden bir çıkar, tek olur.... yalnız olur, anlayan olmaz.. konuşur yalan, gerçek susar.. su olur, yol bulur, gerçek olur 

Gerçekte yalnız olan insanlar kendisi olmayı ilke edinmiş insanlardır. Ya da o noktaya gelmişlerdir

İstenildiğinde girilebilen fakat istenildiğinde çıkılamayan hatta daha da dibe vuran durumdur. kendinizi çok alıştırdığınızda kurtulamazsınız, bir süre sonra kendinizi sorgulamaya başlarsınız fakat bir cevap bulamazsınız. cevap bulamadıkça dibe çökersiniz. bir süre sonra koyerme evresi başlar. hayatla dalga geçmye başlarsınız. tek başına restauranta, konserlere, sinemaya, yürüyüşlere gitmeye başlarsınız. sonra tekrar algoritma başa sarar. yine sarar,yine sarar

Karanlık bir hayatta yaşamış bir beden, ruhu nasıl olur da baş kaldırabilir kötülüğe..? Hayalini kurduğun onca yaşanmamışlık, nasıl olur da yön vermez geleceğe..? Bu kadar çok sevdikten sonra düşünebilirmiydi ki ozan her şeye ve herkese sessiz kalabileceğini..? Ya sen büyük insan, yüce şahsiyet, ne zamandan beri koynunda yılan beslemekten vazgeçip yılan oldun..?