In life, unlike chess, the game continues after checkmate.

(Hayatta, satrancın aksine, oyun şah-mattan sonra da devam eder.)

31 Mart 2016 Perşembe

Ayrılık mı gerekir bize.? Özlem mi.? Acı mı güçlendirir edebiyatımızı.?

  
                  Biliyorsun işte..

Biliyorsun beni. bende seni. korkak parmakların esiri olduk hep ve canımız yanmadıkça açıkça konuşmaktan korkan dilimizin...


Ses tonumuzu hep iyiye güzele nezakete tehdide harcadık... hiç tam anlamıyla yansıtabildi mi ses tonumuz yüreğimizin hislerini..?

       Ayrılık mı gerekir bize.? özlem mi.? acı mı güçlendirir edebiyatımızı.? bu boş beyaz sayfa senin yüzünden daha mı cesaret vericidir...?

Hiç bilemem anlayamam anlatamam...

Sevmiyorum ki seni....peki neden bu hissiyat..? kızgınlık mıdır ki..? yoksa pişmanlık mıdır..? hırs..?  belki de hepsi, belki de hiç biri.

Ulaşılamayanın hazin hikayesi... "onlar" seni en basit şeylerle mutlu edebiliyorlar gibi. oysa ben, bu kadar basite bile indirgeyemiyorum...


Bir annenin bebeğini sevmesi, bacağı kırık birinin koltuk değneklerine sarılması ve ona mahkum olduğu için ettiği lanet gibi...hem sevip, hem kahretmekmi bu...?

Yazdıkça genişliyor bembeyaz, parlak zemin...
Masamın üzerinde, bir fincan kahve... karanlık odada gözlerimi kamaştıran beyaz sayfanın nur yansıması...ve yazmam için beni zorlarcasına sürekli yanıp sönen kursör. |

Yitirilmişliğin derdi tasasımı bu..? ya da söylediklerinin yalan olma ihtimali.? eğer doğruysa neden kıskandırır gibisin.? değil ise, ben neden kıskanır gibiyim..?

Şuan gibi hissedecek miyim biraz sonra..? neler bulup suçlayacağım seni kim bilir...?


Bilmeyeceğinin ve okumayacağının ihtimali belki de bu denli cesur kılan parmaklarımı.

Dedim ya; hiç bilemem /anlayamam /anlatamam dışımda canımı alan kahırlar var.


Manevi bir değerin yok bende. hayal gücümün ve yüreğimin doymazlığının ürünüsün sadece. bütün bunları hak ettiğini hiç sanmıyorum, bilmeni de istemiyorum... sana yazdım ama sen bunu bilme istiyorum.

27 Mart 2016 Pazar

Neden birinin sizi arayıp aramadığını düşünesiniz ki...?


      İnsan aklının ne kadar girift olabileceğini tecrübe ettikçe hem hayranlığım artıyor hemde korkuyorum


      İnsan davranışlarını deneye indirgemek çok büyük bir hata olurdu belki çünkü asla evrensel bir nedenselliğe ulaşamayız lakin bir nedensellik var elbet..

     Sonuç veren hiçbir eylem bir nedenden bağımsız değildir, bunu anlamak bir adamın sizi neden aramadığına dair milyonlarca bahane uydurabilmekten geçmiyor aslında fakat o adam sizi aramıyor ve bunun bir nedeni var

    Bu noktada asıl şaşırtıcı olan onun nedeni ya da yaptıkları değil, şaşırtıcı kısmı sizin bu eylemin nedeni ile alakalı (ya da alakasız) tonlarca şey üretebilecek kapasiteye sahip bir beyinle düşünmeniz...

     Ve bunu yaparken yıldırıcı bir yorgunlukla boğuşuyor olmanız.

    Normal bir düşünme tarzına sahip değilseniz ve birden fazla şeyi sonuca bağlama ya da dizayn etme yeteneğine sahipseniz, muazzam bir hediyeniz olduğunu bilmeniz gerekir.... 
      Böylesine bir hediyeyi yalnızca elin oğlunun sizi neden aramadığı üzerine düşünerek harcamanız sizi yıpratmakla kalmaz duygu değişim sürecini hızlandıracağı için büyük ihtimalle psikopatalojik sorunları da tetikler.
      Neden birinin arayıp aramadığını düşünesiniz ki,.....dünyada olup bitenlere bakıp ne kadar bencil olduğunuzu görebilirsiniz aslında.

      Fakat o iş öyle olmuyor ne yazık ki, dil üzerinden tahakküm kurulması bu kadar basitken insan kendine özgü diline ve benliğiyle anlaşma yollarına daha da sıkı sarılıyor bu lanet postmodern dünyada. kafanızın içindeki, sizin en yakın arkadaşınız olduğu andan itibaren metinsellik olmadığı sürece her şeyin simülasyondan ibaret olduğuna o kadar iyi inandırıyorsunuz ki kendinizi..

      Bu yalnızca sizi en özel ve en değerli kılmıyor sizi korkunç bir yalnızlığın içine itiyor. 

      O zaman dünyanın bütün sorunları onun sizi aramamasının yanında ne kadar da önemsiz ve ufak kalıyor.

      Bu düşünce sistemine sahip olmanız sizin suçunuz değil elbette, yalnız kabul etmeliyiz ki bunu inkar etmek sizin ahmaklığınız.

       Hiçbirimiz bir davanın adamı olduğumuzu ya da olabileceğimizi iddia etmesin, makro çıkarın peşinde koşulan devir arkamızda kaldı. aynı paradigmanın içinde boğulmaktan başka bir şey yapamıyoruz. yeni bir şey üretilmiyor fakat bir şeyler sürekli tüketiliyor.....

       Saygı tüketiliyor, sevgi ve samimiyet, arzular ve insancıl olan bütün duygular. her şeyi metalaştırmak mümkünken ve ben sevgiyi satın alabiliyorken neden peşinden koşayım ki.

       Aklımdan geçen asıl sorun da bu noktada başlıyor..."Neden" bugün kimse olması gerekenin özlemini çekmektense yapay olanı tüketmek için sonu belli olmayan bir yarışa giriyor...?

     Kadim olana sarılsak kendimizi güvende hisseder miydik...?  Belki de sorunlar daha kolay çözüm bulurdu.

    Ulaşmanın zor olduğu şeyin her zaman daha çekici geldiğini bilmek ve her şeye ulaşmak için yalnızca parmağını şıklatmanın yeterli olması. değersizleşen onca şey. Bu sürüklenmenin bir sonu yok ve günün birinde dünyanın dörtte üçünü yok edebilecek bir meteor düşmeden de olmayacak.

         Başından beri hiçbir bütünlüğe sahip olmayan bu yazı bir başka yazımdan farklı olmayacak. bütünlük sağlamak yapabileceğim son şey, ipin ucunu çoktan kaçırdım ne yazık ki. kafamın içinde her şey birbirine öylesine girdi ki artık kendim bile ne düşündüğümü anlayamıyorum. fakat bu yazı burada dursun, burası böyle güzel. hatta daha fazlası eklensin....


      Tonlarca ihtimal ve tonlarca nedensellik bağı arasından en komplike olan üzerinde durup kafamı patlatmaktansa arabanın altında kalıp öldüğünü düşünüp kendimi rahatlatabilirim en azından sesini tekrar duyma özleminden kurtulmuş olurum...

22 Mart 2016 Salı

Turşu Suyu Kavgası Gibi

     
Halimi sormaya cesaretim olmuyor bazen, bazen hiçte küçümsenmeyecek tadlar alıyorum olmadık kimselerden .. 

Düşlerimin bir ehemmiyeti var mı..? ille de bir yüzükle mi garantiye alınmalı..?! bilmiyorum..! Umarım bunların hiç birini tatmazsınız Umarım rüyalarınıza bile girmez…

Basit bir nedenden ötürü büyüyen bir kavga düşünün… Çok küçük bir neden. Adile Naşit ile Münir Özkul'un turşu suyu kavgası gibi. Limondan mı olur, Sirkeden mi… Ama o kadar sevimli değil




Saçma hayaller saçma düşünceler saçma gülümsemeler saçma planlar.



Bir dizide geçiyordu değil mi.? 
“İnsanlar hayal kurduklarında Tanrı yukarıdan gülümser.” diye. 

Peki sana soruyorum Tanrım; Biraz merhamet edip, engelleyemez miydin..? Vuramaz mıydın şöyle kafama kafama, “Aptal olma, bunlar hayalden öteye geçemez.” diyemez miydin...? Diyemezdin, demedin

Şu yönünü bilmeyen, aptal aptal bir oraya bir buraya giden sinekler dolaşıyor kafamda  itici, uzak, sevimsiz, anlaşılmaz, eğreti, yabancı bu düşünceler ..

Seçtiğimiz insanlar bizim tersimizse bunu engellemek çok güç. Yeni birilerini hayatımıza almaya korkarız....Sevgimiz büyüktür çünkü, ağırdır.

Peki Taşımak her yiğidin harcı mıdır..?

Bizler bir sigara dumanına göz kırpan insanlarız. Bizi sevin demiyorum. Sadece, değer bilin. Eğer taşıyamayacaksanız da    neyseee.......

16 Mart 2016 Çarşamba

Nasılsa Gidecektin......



     Benim için ne kadar "farklı" olduğunu bil diye yazdım. senin bütün bunları hak etmediğini düşünen insanlara “rağmen” yazdım.

Hayatımda bir ilktin ve ben bu ilki yazmaya değer gördüğüm için yazdım. belki bir akşam denize karşı, elinde rakın ile okursun diye yazdım. benden sonra deniz manzaralı bir evde oturursun diye düşünerek yazdım.

Senin sempatini kazanmak için de yazmadım, hayatına empati kurabilmek için yazdım. seni anlamak için yazdım. sana çok kızgın olduğum zamanlarda bile yazdım. her şeye rağmen birinin senin yalnızlığını anladığımı bil diye yazdım.

Beni yalnız bırakacağın günleri önceden görerek yazdım............

Nasılsa gidecek olduğunu bilmek bana en çok koyan şey oldu.

Çeşitli bahaneler sıralayacaktın durmaksızın. ardına saklanıp bazı cümlelerin kendini kaybettirecektin gözlerimde.

Artık ne yapacağımı bilmeden dolaşacağım uzun bir süre.. iyi olmamı bekleme. hak ettiğim birini bulmam gerektiğinden bahsetme. uzun bir süre..

Saniyelerle başlayıp yıllara yayılacak bir ayrılık havası seziyorum. peşimi asla bırakmayacak... ve gözlerimde bir gülümseme arayanları mahcup edeceğim. uzun bir süre....

3 Mart 2016 Perşembe

Nefesimi tutalı çok oldu hıçkırığım geçsin diye


Nefes alıyorsam yaşıyorum demektir nefesimi tutalı çok oldu hıçkırığım geçsin diye tuttum onu... hala salmadım içimdeki nefesimi...

Gözlerim renkten düştü, nevrim döndü belki de, belki de hiç doğru olmadı hep dönüktü.... 

Böyle karamsar yazılar yazmak insanın hoşuna gidiyor mazoşist ruhunu ortaya koyuyor işte ben buyum alın bakın karanlıktayım demek gibi bir şey bu........ 

Yanı başımda duran yarısı ısırılmış kırmızı elma artık kırmızı değil epeydir orda ısırılmış tarafı turuncuya dönmüş azıcık.   
      
Okula başladım fotoğrafım duruyor duvarda neler olacağını bilmeden gülümsediğim o fotoğraf.

Sağ el parmağımdaki yüzük bakıyorum. sürekli neden yazıyorum ki size ne ki ?.


Birilerinin dikkatini çekmek için mi bu yazılar..? yazdığım benler  bizler sizler... dudağımın tam yanındaki sivilceyi koparma çabalarım sıkıntıdan sanırım.

İnsanlar tuhaf yaratıklar....yaratıkların bir benliği yok mudur..? neden yaratık deriz hoşlanmadığımız varlıklara,,,,insan olma çabaları insan taklidi yapmaya çalışmaları, zeminden izliyorum onları kaldırımdaki diğer insanlardan olmayanlar için
     
Üşüdüm sanki soğuk hava boğazımda duran öksürük tükürmem gerek belkide içim çıkana kadar tükürmek

Anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki haykırdığım sesimi duyan varmı dediğim tepki gösterdiğim olgular, olgu oluşturduğum tepkiler

Göz kapaklarım kirpiklerime yapıştı sabah hafifçe çektiğim göz kalemi neden oldu buna biliyorum yıkasan da geçmiyor işte 

Ayaklarım üşüyor terliklerimi çıkarttım perdemi bile hiç açmadım bugün bakmadım karşı binadaki çamaşır asan küçük kıza

Ne çok yükü var onun öyle dediğim çocuk kadına.dudaklarım çatlıyor bu sıralar soyuluyor kanıyor kanımın tadını çok alır oldum

Yeşil duvar kağıtlı bir odada oturuyorum ve içimden geçenleri yazıyorum. aslında çıksınlar diye kendimi zorluyor muyum..?
  

Saçlarımı sardırdığım annem onları açılmasını bekleyen ben. lâk lak ediyorum yine. içimden çıkan şeylerin birden bütünleşip bana düşman olmaları yok mu çileden çıkıyorum....her şey basit geliyor artık bana, nefes almanın bile klişeleştiği ülkemizde.

Her şeyin insandaki yerini aman of bu da ya seklinde batırdığı ve gına getiren durumlardır bu durumlar.


Bu durumlar diyorum çünkü yazdığım yazı bile bana bunları hissettiriyor......bilmiyorum hiçbir şey bilmiyorum.

Bildiklerimin bana bile yetmediğini düşünürken yazılarımı paylaşmak yani bildiklerimi paylaşmak doğru mudur.......?

       
Sanırım iyi bir şey bu...niçin yazıyorum ki neden....niçin asi bir varlık gibi görünürken noktalama işaretlerine ve harflere bu kadar çok özen gösteriyorum.....?
      
Bir şey daha ben bunu da bilmiyorum.......
Onu bunu bırak da yarım saattir parmak uçlarımdan, harflere basan duygular, ortaya çıkan bu yazı...