In life, unlike chess, the game continues after checkmate.

(Hayatta, satrancın aksine, oyun şah-mattan sonra da devam eder.)

29 Temmuz 2016 Cuma

Ölümü öp, gel..!

  
    Uyku mu dedin..? evet bir dönem tanıştık onunla da. sen kedilere takmıştın o sıralar kafayı. Ben de tahtadan, çivi bile kullanılmadan yapılmış aykırı yaşamları gözlüyordum o sırada...

O ucu açık rüyaların gerçeklik dışı olduğunu masif bir örgüyle kafama geçiren de zaten o tahtadan yaşamlardı hep…

Ama bu konularda hiç konuşmadık seninle... Düşündüm de sırf seninle değil, kimselerle konuşmadım bu konuda...Ben ve kendim öylesine ara bir mırıldandık sadece…  

Uyku zamanı durdururmuş onu anladım zamanın çekip aldıklarını, yetişemediklerinizi, başaramadıklarınızı zihninizde duraksatip rahatlatiyomuş...

Hayatın yaşanacak taraflarının çok az olduğunu düşünüyorsanız uyku kar$i konulmaz cazibe gibidir. ne zaman bakış açınız değişir ve hayattan almanız gereken tadların zamana sığmadığını düşünürseniz yastıklara düşman olursunuz

Bazen geceleri olduramadıklarımız bizi uyutmuyor giremiyoruz bir türlü o karanlığa ve çıkamıyoruz sabahları o karanlıktan. bari gündüz bir anda bastırıp esneten o uykuya yenik düşsek ey Hypnos..?
                                           Ölümü öp gellll



Kargaları Gözlerinle Beslesem mi.???

        "işe gitmenin en güzel yönü tekrar eve dönecek olmaktır"  diyerek sabahları erkenden yola çıkarım hergün

Bu sabah yine toplu taşımayla cebelleşirken her zaman ki Kırmızı ışıkta kargaları farkettim sonra kargaları neden sevmediğimi düşündüm yeşil ışık yanana kadar öylece izledim onları.......

At kestanelerini gagalarıyla alıp yükseklere çıkıyorlar...Sonra yüksekten bırakıp kırılan at kestanelerinin içindekileri yemeye koyuluyorlar....İçinde ne varsa tüketmek istediğin birini, yükseklere çıkarıp tam da zirve sarhoşuyken yere bırakmayı ve istediğini alıp bir kenara fırlatmayı kargalardan öğrenmiş olabilir miyiz...? bilmiyorum……!

Kargalar  için ateşin isiyle kararmıştır denir. Kuzey Amerika yerlilerinin anlatılara göre insandan ateşi esirgeyen kartalın kızını beyazlıklarıyla etkileyip ateşi çalıyorlar ve insanlara otururken isten kararıyorlar

Başka bir anlatıda ise kuğudan balık istiyor karga, kuğu da balıklarını ateşte kızartırken kargayı "döncem sana birazdan" gibisinden oyalıyor. Karga dayanamayıp balık çalınca kuğu bunu yakalayıp ateşin küllerine buluyor
 (kuğu da eskiden çok iyi şarki söylermiş ama sonra karga bunun boğazına kilcik kaçmasına sebep olmuş intikam niyetine).


Bizim kargalardan farkli olarak elbe' nin batisinda kapkara olduklari için ayri bir etkilemisler insanlari demek ki.
bi de şu: sardonius mudur diye bakarken gördum ki bu hayvanin türlerine pek hakim değiliz, çünkü karga göçebe olmasa da kafasina esince yolculuga cikip egzotik güzellerle gönlünü hoş ediyor ve türler karışıyor

Bir gün bilge bir karga pencereme konsa, burnunun ucundaki gözlüklerinin üstünden baksa, kanadının altından köstekli saatini çıkarsa, vakti geldi, içecek bir şeyler getirde başlayalım dese, o anlatsa ben dinlesem...

27 Temmuz 2016 Çarşamba

Tehlikeli Sularda Yürümek

 Modern hayat trafiğinde pek çok konuda sınanıyoruz; fakat benim en büyük sınavım yolda yürümeye çalışmak...

     En zorlu olanı da yolun ortasında ayaküstü konuşanlar.....Gördüğüm an içimden kafalarını birbirine tokuşturup kıvılcım çıkartmak istiyorum ya da bir testereyle ikisini de ortadan bölmek istiyorum. Bir de geneli erkek olmakla beraber insanların göğüs hizasına bakıp yürüyenleri mevcut...Kadınlarda en fazla gözlemlediğim tavır ise sırayla; önce yüze, sonra ayakkabıya, beğendiyse tekrar yüze bakmak...O üç saniyelik kısa bir sürede insan kendini sorgulama ve karşısındakini sorgulama arasında gereksiz bir beyin egzersizi yapıyor....Bir de şu yol verme meselelerinde karşıdan gelenle girdiğimiz komik bir çelişki var ki, zihninde konuşmalar şeklinde "sen geç, yok sen geç, ben geçiyorum, ben de geçiyorum, tamam sen geç, geçtim" durumunu kendi içimde toparlayamayıp yol boyu afallıyorum.
 
   Tabii yanından geçerken elini, kolunu, çantasını küt diye geçirip bir özür dilemeyen hödükler de var, gerinip gerinip bir tane de ben geçirsem, yere yatırıp, bir yandan ayağımla ağzını ezsem, zorla da özür diletmeye çalışsam sinirim belki geçer

     Benim şehir hayatında en büyük dramım yolda yürümek kadar basit bir mesele

    Bunun dersi olsa yolda yürümekten daha doğrusu yürüyememekten dolayı sınıfta kalacak bir sürü insan var fikrimce.

    Her neyse, simdi sabah sabah neden  dellendim de size anlattım bunları bilmiyorum..
     Ama...

    Görmezden gelmeyin insanları koruyun kendinizden  lütfen....haa diyorsanız ben küfür duyim, recep ivedik tarzı eğlenim az da çarpıcı olsun tam size göre bu davranış

20 Temmuz 2016 Çarşamba

Öyle her Kurbaa öpülür mü....?


    Öpülen kurbağanın türk erkeğine dönüşmesi bir prensesin hayallerinin yıkılmasına, ince hastalığa yakalanmasına, kala kala buna mı kaldık demesine sebebiyet verecek olaydır, bir kadının sonudur, dönülmez yoludur



Evet efendim, bir kurbağayı öptükten sonra kurbağanın kurbağa olarak kalmasından daha kötü bir senaryodur kurbağanın türk erkeğine dönüşmesi........

Sizleri tenzih ederim ama içerisinde bulunduğunuz coğrafyadaki çoğu erkek keşke öpsek de kurbağaya dönüşse.


Sadece erkekleri diyemem aslında bu coğrafyanın insanlarında nedendir bilinmez (havasından suyundan olabilir), bir adam kandırmaya çalışma, bir cin olmadan adam çarpma çabası, bir samimiyetsizlik, bir gizli saklı oynama durumu mevcut 

Dürüst olma, içindekini oyunlar olmadan yansıtma sanki peri masalı karakterleri, o kadar zor ulaşması, bulması......

Yalanlar, dolanlar, gizemli olmaya çalışmalar her yerde. doğallık naftalinlenmiş, insan olmama sandığının içine saklanmış, sararması ve çürümesi beklenir hale gelmiş. 

O kadar içten pazarlıklı insanlara döndü ki türk erkekleri, cidden masal tersine dönsün, seçtiğimiz erkekleri öpelim de kurbağa olsunları diler hale geldik 
  
      İçinizde hakikaten kurbağaya dönüştürmeyi istemeyeceğimiz adam kalmadı mı..?

14 Temmuz 2016 Perşembe

Bugün Benim Doğum Günüm; hayata selam olsun..


        Tam otuz bir yıl olmuş doğalı. vay be,, şimdi ben otuz bir yaşımda mıyım..? geçti mi o kadar zaman yahu..?  Nerede kaybettim onca günü, haftayı, ayı; kimlere kaptırdım yıllarımı..?  Yok, hala yaşlı değilim belki; aynada gördüğüm yüz hala genç, hala diri, ona bir lafım yok. ama gözlerimin içine baktığım zaman gördüklerim hoşuma gitmiyor benim. sanki artık kazanacak bir şeyi kalmamış, amaçsız birinin gözleri gibi bakıyorlar. sadece yıllarımı değil, içimdeki yaşama sevincini de kaybetmişim. ışıkları kapatılmış ruhumun, günlerim gecelere dönmüş, şu uzun ince yolda yürürken çelmeler takmışlar hep topal ayaklarıma.

       Bir belgeselde görmüştüm; Amerika'nın dağlarında yaşayan ağaçlar varmış Methuselah diye adlandırdıkları.
       İsmini Nuh peygamberin 969 yıl yaşayan dedesinden almış bu ağaçlar dünya üzerindeki en yaşlı canlılardan biriymiş. dile kolay, bazıları tam 5000 yaşındaymış. "kim bilir neyi bekliyorlar, hiç hareket etmeden etraflarındaki bütün dünya değişirken aslında oldukları yaştan en az on kat daha yaşlanmışlardır" diye düşünmüştüm..........
     
     İşte şu anda ben de aynen o ağaçlar gibiyim. durduğum yere kök saldım, hiçbir değişken beni yerimden kaldıramıyor ve ben daha yeni çeyrek asır yaşamışken kendimi asırlarca yaşlanmış gibi hissediyorum. heveslerim kursağımda, sevinçlerim yarıda, mutluluklarım sahipsiz kaldı. hayallerim kayboldu, umutlarım köreldi ve köklerim biraz daha derine salındı. artık bu kökleri söküp peşinden gidecek tek bir şey göremez oldum etrafımda. belki de bu yüzdendir gözlerimdeki beni korkutan boş bakışlar.

        Onca insan görüyorum, karşı kaleye akın akın gidiyorlar. paslaşıyorlar, ver-kaç yapıyorlar, ara pası atıyorlar, kaleciyle karşı karşıya kalıyorlar; ben daha başlama vuruşunu bile yapamamış bir şekilde bekliyorum orta yuvarlakta. onlar golleri peşi ardına diziyorlar; ben yine kalemin ağlarından topu çıkartıyorum. onlar attıkları golün sevinciyle kendilerinden geçerken,ben karşımda o başlama vuruşunu yapıp oyuna başlayacağım tek bir kimse bile bulamıyorum. her gol yediğimde aynı şey oluyor, her düşüşümde bir tekme de takım arkadaşım atıp terk ediyor beni. bekliyorum ki, artık bir başıma kalmayayım o orta yuvarlakta ama ne gelen var ne de gelmeyi isteyen.

      Yalanlar söylememi istediler, olmayacak şeylerin vaadinde bulunmamı istediler, tutamayacağım sözler vermemi istediler, yapamadım... yeminler ettim. ama yetmedi bu maskeli balo kimseye. saatler geceyarısını bulduğunda, bütün maskeler teker teker düşmeye başladığında ve ortaya sadece gerçek yüzler çıkınca kaçıverdiler hep benden., doğrularımla kimseye yetemedim. doğrularımın yettikleri ise ya bana yetmedi ya da başka bir baloda maskelere bürünmek üzere balkabaklarına binip kaçtı.

      Ama düşmedim daha. hala bekliyorum belki, hala köklerim derinde, hala oyuna yeniden başlayamadım fakat umudumu koruyorum; çünkü düşmedim henüz, devriledim. köklerimi nasıl saldıysam toprağa, dallarımdan çiçekler açmasını da, meyveler vermesini de bilirim baharım gelince. güneşin başını doğudan uzattığı her yeni gün, ben burada durduğum sürece benim umudumdur.

     Gün gelir devran döner, bir rövanş maçı yaparım ben bu hayatla. aza kanaat etmeyi bilirim, "1-0 olsun, bizim olsun" derim, tek bir golle alırım belki maçı. ama alırım. tek bir golle dahi olsa kazanırım bu sefer. en azından umudum yeter.

   Bugün benim doğum günüm; tüm dostlara ve umudunu hala koruyanlara selam olsun

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Hoşça Kandım.

 Hoşça Kandım

      Çok yazdım. Gidişinden sonra çok fazla yazı yazdım. O cümleyi aldım oraya koydum, öteki cümlenin yerini başkasıyla değiştirdim. Duygularım sana hep aynı ama. Sürekli sabit. Alıp değiştirme şansım olmuyor...İnsanlara umut verip bağlayıp sonra çekip gidiyorsunuz ortadan. Güven veriyorsunuz. İnsanın hayatta en çok korktuğu şeyin güvenmek olduğunu bildiğiniz halde güven verip yarı yolda sırt çevirip uzaklaşıyorsunuz.O insanın canını nasıl yakıyor bilmiyorsunuz.Çünkü yaşamadınız. Bir insanın çektiği acıyı anlayabilmek, hissedebilmek için o acıyı tatmanız gerekir.Babasız büyüyen bir kadını, babasız büyüyen bir adam anlar. Çok sevip umutlarıyla ortada bırakan adamı ise hayalleriyle oynanmış kadın anlayabilir yalnızca. 
 ’’ Seni o kadar çok seviyorum ki. İyi ki hayatımdasın. Karşıma nereden çıktın bilmiyorum ama iyi ki çıktın .    Sensiz asla yapacağımı düşünmüyorum .“
 Bir süre sonra :

 ” Ben yapamıyorum, yürütemiyoruz.Benden daha iyilerine layıksın belki de. Belki seni haketmiyorum. Seni üzmek istemiyorum . Kendine iyi bak, hoşça kal .
 Hoşça kal ?  Pardon ?
      Kim yarım bırakıldığı için hoşça kalır..? Kim herkes hayatına kaldığı yerden keyifle devam edebilir..? Hoşça kalınmaz emin ol.  Eksik kalır,  yarım kalır,  pişman kalır.. 
      Olur da bu yazdıklarımı okursan..Okuma. Satırlarımdan uzak dur. Sen bu satırların zerre kadarını haketmiyorsun

2 Temmuz 2016 Cumartesi

Ve Mucizem. gerçekleşir mi.? Gerçekleşirse eğer mucizeliği biter mi?


Bir insanın bir insanla tanışması tanışmasından öte birbirinin çekim alanına girip birbirini sevmesi  işte bu Mucize..!  Tüm kutsallıkları çöpe attıracak derecede mühim ve işlevsel....

Mağara girişinin örümcek ağı ile kaplanması umurumda değil....Benim ruhumun ağzı paramparça Kızıldeniz'in boydan boya açılıp da Musa'ya inananların o yoldan ilerlemesi hikayesi hiç cazip gelmiyor... 

Ölü insanın diriltilip de tekrar öldürülmesi bir zombi filmi hikayesinden daha klişe bir konu. bu da benim ilgi alanımda değil....

Çünkü ne uyku tutabiliyor artık beni. ne de ben uykuyu.



Her an ölüp ölüp diriliyorum ben neyin yalan neyin gerçek neyin yaşam neyin ölüm neyin rüya olduğu karıştı birbirine...

Ellerimi ceplerime sokmuyorum artık yürürken her hangi birisi tutsa elimden giderim ardısıra....

Zira benim mucizem küflendi yüreğimin her hangi bir köşesinde beklettiğim tüm güzelliklerin son kullanma tarihi geçti...her biri leş gibi artık...Gün yüzü görmeye görmeye zebil oldular oysa her baharda aşık olurdum ben şairin dediği gibi bahara kanardı gözyaşlarım.....

Ama artık çok geç  Hemcinslerimle tavla oynuyorum karanlık gecelerde..

Dişiliğini kişiliği sanan budalaları mars ediyorum tavlada....Gün doğmaya yüz tutarken konuşarak gerçek kadınlığını gösteriyorum her birine....Kendi onuruma ve gururuma yaraşır şekilde....Mucizem'e itaatkar olmak adına....

Ama yok gitmiş kutsallıklar kıyamet gecikmiş yaratıcı uyuyakalmış......tahtının dibine yaklaşıp bağırmak istiyorum son ses

  "uyan! sabah oldu!"


Sesim yetermi...? nefesim yetermi...? duyurabilir miyim çığlığımı...? anlarmı ironmi...? yoksa o da yarattığı herşey kadar sığmı...? insanların sığlığı tanrı'nın sağlığı mı...?


Ve mucizem.? gerçekleşirmi.? gerçekleşirse eğer mucizeliği bitermi..?