In life, unlike chess, the game continues after checkmate.

(Hayatta, satrancın aksine, oyun şah-mattan sonra da devam eder.)

27 Ağustos 2016 Cumartesi

"SEN" bu satırları okurken "BEN"............

     Şimdi"ben bu satırları yazarken" diye bir mektuba başlasam, gülerdin. ondandır ben sana hiç eş zamanların seni yaşatan mektuplarını yazmadım. kurdum ama böyle cümleler...... Anlamadın o ayrı

Eş zamanların mektuplarını yazdığım hikaye adamları canını yaktı mı..?  benim yaktı....

Hikayede önce sesler, sessizliğe dönüşür. sonra sessizlik uğultuya. uğultu bir oyundur. oyun tepkisizliğe dönüşür. tepkisizlik, kabullenişe; kabulleniş, alışkanlığa; alışkanlık, bağımlılığa. bağımlılık, uğultuya. uğultu bir oyundur. çoğu zaman oyunun galibidir de üstelik.

Aslında hep bir ihtiyaç duyma hissiyle başlıyordu her şey. tüm altlar üst oluyordu o zaman, her üst alta iniyordu; istisnasız her şey altüst oluyordu. karışıyordu, bulanıyordu midem, bulanıyordu dünya, görüntüler birbirine giriyordu. yedi kat giriyordu birbirine ve ben, göremiyordum yaşadığım neresi, yanımdaki kim, sebep. sebep bulamamak ne zordur

Birkaç gün önce acaba dedim. acaba herkesin hayata baktığı çerçeveler doğru da ben mi yanlış yerden bakıyorum...?   Olabilir mi bu..?  bu düşünce zihnimi bulandırmakta o günden beri.....Hayallerinin bağlı olduğu balonun ipi kopmuş da balonlar yükselirken aşağıdan öylece bakakalmışım gibi

Aylar geçti değilmi...?
Benim seni yaktığım, senin beni acıttığın süreç bu

Hiç yapmadığım zeytinyağlı dolma kadar gerçek, biberlerin acı çıkması kadar sevindirici. bilirim sen acıyı sevmezsin yiyemezsin de hepsi bana kalır

O çok sevdiğin hep anlatığın pencereyi tıktıklayan beyaz güvercinin kanadı kana bulandı. ne zaman uçmak istese kanadındaki kan aklına gelir güvercinin....Ben de üzülürüm gidenlere harcanmışa öldürüşlere..

Sonuç itibariyle, hepsini toplayınca deliliğe övgü tüm bu yazdıklarım.....

25 Ağustos 2016 Perşembe

Benim Gördüğümü Onlar Nasıl Görmezden Gelir


Hani bir bakarsın, bir de görürsün ya...Hani bakmaksızın gördüğün insanlar vardır... Hani baka baka göremediğin....Hani bakıp göremediğin insanlara anlatmazsın, konuşursun lakin anlatmazsın iştee..

Diğerlerine dersen zaten anlatmaya ihtiyaç duymazsın. dilin döndüğü bir ağzın duvarlarına hapis, insan desen koca bir sonsuzluğu taşıyor dünya dolusu insanınkinden farksız iki omuz üzerinde. Ondandır, dilin döndüğü hep bir bakışın döndürdüğünün yanında yetim kalır.

Ondandır konuşmak hep anlatmanın yanında yetim kalır. Gözün gördüğünü tarif etmekte ne var kiii...?

O noktada duruyorum acaba  'Deli'miyim diyorum sonra. delirmezsen nasıl sürdürülür ki bu saçmalık anam babam. kimin gördüğünü ben göremiyorum, benim gördüğümü onlar nasıl görmezden geliyor, anlamıyorum.

İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.

Tüm insanların birer ruhu var ama birçoğu bunun farkında değil ve farkında ol(a)madan geldikleri yere gidecekler


Bir ruh ancak benzerini bulduğu zaman ve bize bizim aklımıza hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu....Biz ancak o zaman sahiden yaşamaya  (ruhumuzla yaşamaya) başlıyorduk

O zaman tüm tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu

O zaman hiç memnun kalmadık İnanmadık kelimelerimizin noktalama işaretlerine Nerede virgül koyacağmızı bile bilemedik nerede nokta....Nokta cümleleri bitirir bazı ruhlarda.

20 Ağustos 2016 Cumartesi

Sezen Aksu kadar iyi anlatamam diye düşünüyorum


     Yalnızlığı  yazabilir misin....? dediler Yazgıma itirazı olan var mı...? diye karşılık verdim Yazgı demişken divitler mürekkepler bir kuşa takılıp gittiler

Yalnızlık mutlu yazarların yazılarında dokuz harf...Aşağıdan yukarı yada sağdan sola bir bulmaca belkide...Hevesler kaçmasın ama yalnızın beyninde "tümör"dür yalnızlık
En yalnız olduğun ân'ı bir düşün... 

Sonuna kadar açtığında kollarını rüzgarın seni kucakladığını....Bu rüzgarlar da hep soğuk eser zaten......

Kollarının arasında bir sıcaklık aradığını Yalnızlıktan kendinle konuştuğun ân'ı düşün...hiç kimseye anlatamadıklarını  'ha bu iyiymiş ben bunu insanlara anlatırım'.. deyip aklının bir köşesine attığın nutukları....Ve paslanıp yok olana kadar orada bıraktığını..

Neyimiz var sayarsak çok zor iki olmak......tek olmak çok anlamsız anlayan olmayacak..

Yalnızlıkta olur, olmasını istedigin. göz olur, söz olur konuşur.. iki olur. ikindi geçer, sam eser.....Kelimeler bölününce harflere nefes olur....ikiden bir çıkar, tek olur.... yalnız olur, anlayan olmaz.. konuşur yalan, gerçek susar.. su olur, yol bulur, gerçek olur 

Gerçekte yalnız olan insanlar kendisi olmayı ilke edinmiş insanlardır. Ya da o noktaya gelmişlerdir

İstenildiğinde girilebilen fakat istenildiğinde çıkılamayan hatta daha da dibe vuran durumdur. kendinizi çok alıştırdığınızda kurtulamazsınız, bir süre sonra kendinizi sorgulamaya başlarsınız fakat bir cevap bulamazsınız. cevap bulamadıkça dibe çökersiniz. bir süre sonra koyerme evresi başlar. hayatla dalga geçmye başlarsınız. tek başına restauranta, konserlere, sinemaya, yürüyüşlere gitmeye başlarsınız. sonra tekrar algoritma başa sarar. yine sarar,yine sarar

Karanlık bir hayatta yaşamış bir beden, ruhu nasıl olur da baş kaldırabilir kötülüğe..? Hayalini kurduğun onca yaşanmamışlık, nasıl olur da yön vermez geleceğe..? Bu kadar çok sevdikten sonra düşünebilirmiydi ki ozan her şeye ve herkese sessiz kalabileceğini..? Ya sen büyük insan, yüce şahsiyet, ne zamandan beri koynunda yılan beslemekten vazgeçip yılan oldun..?

18 Ağustos 2016 Perşembe

Güven Ruh Gibidir....Terkettiği Bedene Asla Geri Dönmez...



    Othello içinde şüphe duymaya başladığında aşkı bitmişti şüphesi aşkını öldürmüştü

Eseri izleyenler bilir okuyanlarda..... neredeyse William Shakespeare 'in  tüm eserlerinde güvenin örselenişi aşkın yaşanışı anlatılır...

Bu duyguyu yasamak icin illa hayal kurmak, aşık olmak gerekmez

Gercek oldugunu dusundugunuz seyler de hayal kirikligi olarak geri donebilir size..

Durum, hayallerin gercek olarak algilanmasi ya da insanin inanmak istedigi seye inanmasi olarak degerlendirildiginde,.. Hayal cit diye kirilir ve gercekler su yuzune cikar

Sevgiyi güveni besleyen ana damarlardan birinin koptuğunu hissedersiniz

Sanırım tedavisi için başka bir yerden daha önemsiz bir damarı alıp bununla yer değiştirmek gerekir...tabii eskisinin işlevini yerine getirebilirse ne ala

İnsanoğlunun yaşayabileceği en büyük kayıpttir güven sarsılması

Lezzetli bir yemeğin içinden çıkan sinek gibi, güneşli bir havada çıkan soğuk bir rüzgar gibi dayandığın bastonun birden kırılması gibi...insanı olgunlaştırır...

Güvenmek mi..? neye..? kime..? ne zamana kadar...?

Birgün çok kötü bir şekilde biteneceğine inanırken tüm hikayelerin fedekarlık yapabilir mi insan..?

Sonunu biliyorsan romanın heyecanla çevirir misin sayfayı...?"

17 Ağustos 2016 Çarşamba

“Bir fikir ilk başta saçma gelmiyorsa, ondan ümit yok demektir.”



       Hani düşen melekler vardır ya kısa ömrü boyunca; çok hüzünlüdürler. kanatları kırılmış yarı çıplak bedenlerini kaldıramayacak kadar aciz... dizlerini göğüslerine çekmiş olmayan şeylere bakan, gelmeyen şeyleri bekleyen... bilmiyorum kim uydurdu bunu ama her kimse olayı biraz fazla duygusal "aktarmış"

        Birçok sebep var dü
şmek için ama ben yalnızca benimkini anlatabilirim size; delik deşik olmus asfaltta önüme bakmadan yürüyünce ayağımı burkup sağa doğru devrilmek suretiyle düştüm. o düşerkenki 'ay aman düşüyorum galiba, tutun bi yere!' hali var ya, özlemişim onu

       Çocukken olsa kalkıp oynamaya devam ederdim, sokaktan eve girerken huysuzlanan, avmlerde ya da evde tek başına büyümemis  şanslı çocuklardandım çünkü. 

        Ama düştükten sonra etrafına daha dikkatli bakınma, ayağı takılsa tedirgin olma hali hayalkırıklığına uğratmadi değil. küçükken düştükten sonra koşup oynamaktan vazgeçmeyen ben şimdi korkarak yürüyünce içim bi garip olmadı değil hani. 

        Denildiği gibi düşmek bile özleniyormuş....Ha bi de diğer yandan ağrıyan ayak ve kanayan dizi, yırtılmış yeni pantolonu gördükten sonra bile hala -kendi de dahil- her düşene gülen bi çocuk kalmış içimde

"Düşmek, daha önce bulunduğun kafa seviyesinden asağıya inmek demektir"  demişti hocam kulakları çınlasın.....

       Ewet düşmek arkasından kalkmayı gerektirir. düşme eylemi hasarsız, kazasız belasız gerçekleşmez. dizin kanamasada, şişmese de acır, elinin derisi yüzülmese de sızlar. her düşüş acı verir

       Kimi zaman dibe vuru
şların kimi zaman duyguların ya da özetle karmaşanın zirvesidir. bir genelgeçerlilik varsa, o da hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağıdır

       Bu noktada aklıma meşguliyetle tedavi  geldi "yoruldukça kaybolur acılar" diyen o güzelim şarkıyı hatırladım......hayatında puzzle yapacak kadar sabırlı, kanaviçe işleyecek kadar hamarat olmayan biri olarak "kitaplık yerleştirme" aşamasını uygulamayı denedim; bu sebeple yer yer faydasını görürken, yer yer "niçin yapıyordum ben bunu..?" diye amacımı unutacak kadar delirdiğim, saçmaladığım, ters teptirdiğim tedavi yöntemim oldu tam etkili olmuyor ama maksat oyalanalım, top(ar)lanalım...

a) yayınevine göre mi
b) yazar ad/soyadlarına göre mi
c) renklerine göre mi
d) bırak dağınık kalsın

9 Ağustos 2016 Salı

Gemiler Yaktım,,,,,,,,Gemiler Yaptım................


     
Karşı apartmanda perdeleri açık 2.kat penceresine konan melek biblosu benim için dua ediyor sanki"selametle geç bu sokaktan"der gibi bakıyor arkasında 40wattlık ampul hüzmesi odada dağılıyor her geçişimde süzüyorum bende onu

Bir gün camları silerken düşürecekler seni kanatların kırılacak,, hâren yuvarlanacak diyorum...Bu dediğim hep de gözümün arkasında karınca ölülerinin biriktiği geç saatlerde oluyor


Yabancı gölgeler arasındaki ışık oyunlarıyla Dürüstlükten yol almış kalabalıktan kaçıyorum

Ne söylenenleri anlıyor nede duyabiliyorum

Bilinmez bir gizillikteki hilelerin silsilesinde
tehlikenin bu kadar yanımda olduğunu farketmeden gerçeği uzaklarda aramamam gerektiğini öğrendim

ş dünyayı tanıdıkça tecrübeler edindikçe insan etrafına güven çemberleri çizmeye başlarmış ögretti hayat

Sınıflama değilse bile yakınlık baremine ve liyakatine göre güvenir diğer insanlara. En çok da "kendi insanlarım" dediklerine

Ve bir gün kader ağlarını örende gerçekler gül yüzünü gösterende bu baremin ne kadar yanlış olduğu görürsün çemberin sana en yakın bölümünde ikamet edenlerden öyle bir "Depik" yersin ki. bu andan sonra maksimum güven oranı %90'dır artık. geriye kalan %10'luk bölüm tüm beşerlerin şaşması ve öznenin daha fazla kırılmaması için bırakılmış serbest alandır.

Kimseye yüzde yüz güvenmemeye başlarsın, herkes herşeyi yapabilir diye kabul edersin. ha çok önemliyse "şahıs" senin için o yüzde ona alır affeder, değilse defedersin

Yaşadığımız her an, hayattan eksilmiş, harcanmış bir andır ömrünün her günkü işi, ölüm evini kurmaktır. Hayatın içinde iken ölümün de içindesin; çünkü hayattan çıkınca ölümden de çıkmış oluyorsun

Yahut şöyle diyelim: hayattan sonra ölümdesin; ama hayatta iken ölmektesin ölümün ölmekte olana ettiği ise, ölmüş olana ettiğinden daha acı, daha derin, daha can yakıcıdır.......Hayattan edeceğin karı ettiysen, doya doya yaşadıysan, güle güle gidersin......

"Ebedi bir uykuda, ebedi düşler vardır. cennet, düşlerin olduğu yerde değil midir.......? sadece, bir düş bitip diğeri başlayacak işte."

5 Ağustos 2016 Cuma

Ezilen Üzüm'ün İntikamı insanı Sarhoş etmek midir..?


Nietzsche der ki:
“İntikamını alamayan iktidarsızlık, nezakete dönüştü; yüreksizlik de tevazuya..”

Bende nacizane  derim ki :.

    Olaylar sıcakken bir karşı atak tadında öfkeli şiddetli ve hızlı

    Üzerinden zaman geçtiğinde psikopat seviyede obsesif ve küresel ısınmadan önceki kutuplar kadar soğuk bir olgudur  'İntikam'  her gün ölüp tekrar dirilme nedenidir. ......

    Zaman alır, emek alır. İnsanın ciğerini alır... Bunla da yetinmez güç ister, yürek ister cesaret ister...

    Sorarsınız kendinize '"Onun üzüntüsünün beni mutlu etmesi gerekmez miydi...? beklediğim bu değil miydi....?'"

  Değildir işte ........

     Aslında içten içte  beklediğiniz onun bunların hiç birini yapmamış olması o sözlerin ağızlardan çıkıp insanlara yayılmamış olması size bir hiç gibi davranmamış olmasıdır

        İntikam iç güdüsel haykırıştır çoğu zaman.... hem korkutucu hem de haklı bir istektir....içindeki hırsı ve öfkeyi daim  tutar zihinde. oyalanır ve entrikaları yavaş yavaş taşır benliğinize....acı değil miydi intikamın kaynağı...?  çekilenin beş beterini karşı tarafta görme isteği...yanıp tutuşmadınız mı...? hiç mi..? hadi canım sen de!!... bir kaç palavra sıkabilirsiniz pervasızca... "yok allah'a havale ediyorum" diye ağlamaklı bir ifade de takınabilirsiniz

     O kadar iyi misiniz..? havale edilenlerin yanında ezilmeye devam ediyor insanoğlu....kaç ödül edindiniz şimdiye kadar ve salonunuzun hangi nadide köşesinde yer aldı..?

1 Ağustos 2016 Pazartesi

İş'te Minimum Beklenti, Maksimum Mutluluk.

   
   Eskiden vazgecmemizi sağlayan şey nedir  desem

Yenilik mi....? Yaratıcılık mı....? Değişim mi...? Farklılaşmak mı.? Kafa yormak mı..? Kendine daha iyi nasıl olabilir diye sorarken at gözlüklerini çıkarmak mı..? Günlük telaşa daha yukarıdan bakmak mı....? Düşünmek mi...?

Mutlaka yeni bir şey oluşturmanız gerekmiyor sadece var olanı geliştirerek hem kendinize hem de başkalarına daha faydalı olabilecek bir model haline gelmeye hadi daha kolaylaştıralım “çabasını göstermeye”, İngilizce’den devşirme adıyla inovasyon (yenileşim) deniyor

Benimsenmeyen, kanıksanman hatta《“küçük görülen”》bir hareket tarzını türkçeleştirmeye gerek var mı.:? Innovation işte… Merak edenler anlamını Wiki’den öğrenebilirler

Öğrenmelerinin bir faydası olur mu...? Artık hakikaten bilmiyorum.

Peki çok güzel ancak 《"başımıza yeni icat çıkarma"》 sözünün atasözü olarak benimsendiği bu ülkede inovasyon konulu seminerler, kurslar açarak bu işlerin altından kalkabilirmiyiz onu bir düşünelim.

Bir kere insan kendini kandırmaya çok müsait bir yaratıktır. şimdi tüm dünyadan ama özellikle Amerika ve Uzakdoğu'dan şakır şakır yeni icatlar, buluşlar her gün hayatımıza girerken bizler de oturup 《"Aaa çok güzel hadi bizde inovasyon yapalım toplayın arkadaşları bir seminerde bunu konuşalım"》 demekle bu işler olmaz ne yazık ki.....

Böyle bir cesamete sadece sermaye yeter mi sanıyoruz..?

Cehaletin ama daha kötüsü okumuş cahillerin etrafta kol gezdiği ve tüm sistemleri kendilerine göre dizayn ettikleri, fikir hakkı, telif ve patent gibi şeylerin kesinlikle uygulanmadığı ve ürettiğiniz her tür fikrin rahat rahat çalınabildiği, okunmayan, yazılmayan ve analiz yapılmayan bir ülkede  "inovasyon" falan olmaz hiç kimse kendini kandırmasın........ zaten köle değil miyiz...? hepimiz koca duvarların arasına sıkıştırılmış, iş yeri denen modern hapishanelerde tutulmuyor muyuz..... gardiyanımız da "patron" değil mi...?

İşyerlerinde yönetici olarak karşımıza çıkar enerjinizi sömürüverirler ruhunuz tınmaz《ben zaten her konuda bilgi sahibiyim, başkaları bana hiç birşey katamaz》düşüncesinde olup, kendi ile barışık olmadan, insanların kendi ile barışık olmasını bekleyen, bu durumda yetmezmiş gibi istemsiz ruhunuzu daraltıp beslenen insanımsı bu modelle 《"patron"》 diyoruz..




Maalesef dünyada hüküm süren ideolojilerin getirdiği, kaçınılmaz toplumsal değerlerin çökmesinin en göze batan örneği olan insan formlarının takındığı tavırlar bunlar

Etrafınızdaki adamlara bir bakın....Ne dediğimi anlayacaksınız......Yine de anlamayanlar için şunları ilave etmek mümkün....

İşin daha çok çalışmakta olduğunu sanan bazı duygusal şahıslar para kazanmak, kârını maksimize etmek veya diğer stratejik amaçlarını yerleştirmek için yaşar.

İş çok çalışmakta değil, yaptığın işte. insanlar eşit değil, onu bir kabul et önce. kimimiz daha yakışıklıyız//güzelliz, kimimiz daha zekiyiz, kimimiz daha güçlüyüz, kimimiz daha yetenekliyiz.

Sıradan bir insan ömrü boyunca saatlerce gitar çalsa gene "Eric Clapton" gibi şarkı yazamaz. sıradan bir insan ne kadar uğraşırsa uğraşsın "Dicaprio" gibi rol yapamaz. sıradan bir insan ne kadar uğraşırsa uğraşsın "Dostoyevski" gibi yazamaz.

Doğanın kanunu budur. Hayvanlar eşit olmadığı gibi insanlar da eşit değildir. Herkesi eşitlik kisvesi altında bir araya toplayamazsın. Toplarsan da halk yüz sene öncesinin teknolojisini kullanır. Karnını doyurur mu..? evet. başka da bir şey yapamaz

Konuşamıyoruz bilee......konuşmasına hepimiz konuşuyoruz da, "İş'te" bir şekilde yapamıyoruz dinlemiyoruz. tenezzül etmiyoruz. herkes harika, herkes en doğruyu biliyor. anasını satayım herkes her haltı biliyor. herkes her şeyin "uzmanı...!"

Bence patron denen kişinin daima kurumunun başında olması, çalışanlarını dinlemesi gerekir...

İletişimin baş düşmanı dinlememektir arkadaş..Dinlemeden konuşan insanlar önyargılarıyla hareket ederler. Önyargıları besleyen ana damar ise başkalarının önyargılarıdır.

Kimse kimseyi dinlemeyince bu defa insanlar bağırmaya başliyor

Söylenenlerin doğru veya yanlış olmasının önemi kalmıyor. İşte iletişimin, gelişimin, bir yere varmak için çaba göstermenin sonu böyle geliyor sonra

Einstein《“Bir önyargıyı değiştirmek atomu parçalamaktan zordur.”》demiş.

Ben ne diyorum ki…