Ekim güzel geliyor bana şimdilerde. belki gelecekte bir kızım olursa ismini ekim koyabilirim. Cama vuran yağmur damlalarını da sever belki.....
Oturup konuşabiliriz şehrin ışıklarını seyrederken, damlaların camda yarattığı her bir büyütecin içinden geçen hayatlari
Hem öyle güneşi bol bulan yaz ayları gibi şımarık da değil Ekim. ağırbaşlı, vakur. Gözlerinin içinde bir parça hüzün dahi var. Leonard Cohen'in Dance me to the end of love'da baktığı gibi hani
Ekim acı ile tatlının buluşması. ekim hasat zamanı. Ekim tüm bilinmezliklerin ite kaka sığdırıldığı ağzı kapanamayan bir bavul. Ekim terazinin ağır basan kefesi. Ekim nazlı bir kız.
İşten gelen babanın elindeki bim poşeti gibidir Ekim çocuk poşette çikolata olma ihtimalini düşünürken uzaklarda bir masum ölür. ölümden haberi olmayan bir memur elindeki dergide yazılı bir makaleden öyle bir lezzet alır ki boktan çayın tadı birden bine çıkar. çay demlemesini bilmeyen bir diğeriyse nargilesini beğendirmeye çalışır.
Bahtsız ortanca kardeştir Ekim. büyüğü Kasım'a filmler adanır; ufak kardeşi Eylül'e şarkılar bestelenirken ekim, pencere kenarında oturup bekler onları
Siyah takımın altına giyilen kahverengi ayakkabıdır Ekim... Açık kaldığı için kuruyan ıslak mendildir......İnsan yaratılışlıdır ekim, hüzün ve neşe arasında dengede
Oysa neler sığdırdık biz ekimlere.......Masal bu ya, bir varmış bir yokmuş. sen de masaldın, bir vardın bir yoktun ama daha çok yoktun
0 yorum:
Yorum Gönder