In life, unlike chess, the game continues after checkmate.

(Hayatta, satrancın aksine, oyun şah-mattan sonra da devam eder.)

30 Aralık 2016 Cuma

Christmas'in Mübarek Olsun


2017 sen mi büyüksün ben mi....?
10 9 8 7 6 5 4 3 2 1…

        Sağlık, mutluluk, huzur, bol kahkaha, bol para… Klasik yeni yıl mesajı… 

Benim mesajım mi....? sadece “Mutlu Yıllar...!” yazıp mesaj atacak biri değilim, bu yüzden yazıyı biraz daha açayım.

Şimdi 
Sağlık önemli evet, ama itiraf et o sağlığı başa bazen sırf koymuş olmak için koyuyorsun.... Aslında sağlıktan önce aklına bi kaç “Özel İsim” geliyor, bi kaç intikam cümlesi kuruyorsun. Söyle ya çekinme, biz de geçtik o yollardan. Geçiyoruz o yollardan. Herkes geçiyor aynı yollardan. Ama biraz farklı anlatacağım ben sağlığı, yeni yıla giriyoruz Aklına kanseri, trafik kazasını getirmeden dileyelim sağlığı.

Beyler; bu yıl bi şişe 18 yıllık Chivas’ı bi gecede içebilecek kadar iyi olsun karaciğeriniz. Boşver ya, senin ihtiyacın mı var protein tozuna… Aminoasit ne...! Geçme spor salonunun önünden bu yıl. Onlarsız iyi olsun vücudun bu yıl. Gillette senin yanında olsun, tıraştan sonra o yanma hissi hiç olmasın bu yıl. Rüzgâr hissi olsun. Kirli olabilir biraz sakalın, iyidir öyle

Kalbin otomatik vites gibi olsun, kalmasın yokuşta bu yıl. Ya düz vites de kalmaz tabi yokuşta sen kullanıyorsan :)

Yoldan geçen kızın pantolonuyla beyaz t-shirt ü arasında kalan yanık beli yine tebessüm ettirsin sana bu yıl. Ancak bir kez görünen yunusu bir tek senin görebileceğin kadar iyi görsün gözlerin bu yıl.

Kızlar; allık kullanmaya ihtiyaç olmayacak kadar pembe olsun yanaklarımız bu yıl. Kırılmasın o tırnaklar hiç, vitaminimiz eksilmesin hiç bu yıl. Bazen biz evde öylesine toplarız o saçı, mükemmel olur o saç, bi daha öyle toplayamayız o saçı… Hep o ev hali gibi mükemmel olsun o saçlar bu yıl.

Karnımızı içimize iyice çekebilmek için güçlü olsun ciğerlerimiz bu yıl. Bütün insanların kafalarından geçen adsız sansız melodileri ve şarkıların bütün gün hatırlanamayan ilk dizelerini hatırlayabilecek kadar güçlü olsun hafızalarımız. Sabah yüzümüzdeki yastık izinden başka kırışığımız olmasın bu yıl. Topuklu ayakkabı olmadan da güzel görünsün bacaklarımız bu yıl.

Sırada mutluluk, huzur, bol kahkaha var. Burada kız erkek ayrıma yapmıycam çünkü iki tarafında tanıdığı yok yukarılardan.

Yeni tanıştığın o hoş kızla/adamla aynı kitabı okumuş olma tesadüfün olsun bu yıl.....Tamam kitap okumuyorsan film de olur. O bi yerden tanıdık gelen güzel kız, gerçekten bi yerden tanıdık olsun, gelsin “merhaba” desin bu yıl. 

Erkekler hep pozitif kızları sevmesin arada üzgün olabileceğimizi anlasın bu yıl.. Sadece yılbaşı geceleri değil her geceleri Victoria’s Secret Fashion Show gibi olsun şu yurdum erkeklerinin...... Kızlar baş başa yemek yemek istemesinler bu yıl, derbi zamanlarını bilsinler, aramasınlar o saatlerde

Erkekler “Kimdi o kız..?” sorusuna “bir arkadaş” diye cevap vermesinler bu yıl, uzun uzun açıklasınlar…...Bkz. bir iki kere konuştuk, ama öyle ciddi bi şey değil, sonra geçen gün… Ondan sonra… Ayrıca şişko, zaten ben esmer sevmem bilirsin.” cümlesi olmasın bu yıl.......

Çocukluk fotoğraflarından bu yana değişmeyen gözlerini biri fark etsin, resimlerine bakınca bu yıl. Dün geceyi hatırlamadığın bi kaç sabahın olsun........, telefonunda bi kaç aranmaması gereken numara aranmış olsun bu yıl.

Kızların hepsi güzel yemek yapsın beyler hep “eline sağlık” desin bu yıl. Kızlar “O” kızdan daha güzel olsun, erkekler “O” çocuktan daha iyi olsun. “Niye onunla birlikte...?” sorusuna “Seni hak etmiyordu zaten” diye cevap veren bi arkadaşın olsun yanında bu yıl. Birlikte yaşlanan insanların müthiş sırlarını anla bu yıl.

Gelelim bol paraya…

İsteme bunu, gelirse gelir gelmezse gelmez. Yukarıdakiler yoksa sende, fark etmez cebinde 20 mi var 50 mi var.......Tamam :) peki olsun bol paran bu yıl.

Kızlar O vitrindeki 20 cm topukluları alabilsin el kadar çantaya dünyanın parasını verebilsin.

Beyler O arabaya binebilsin. İstanbul, Londra ya da New York’ta, O lüks Residence’da… Altlarında eşofman altı, buzdolabından portakal suyu alıp dolabın kapısını ayağıyla kapatıp, muhteşem şehir manzarasına bakabilsin, ev minimalist döşenmiş olsun gitmesi gereken bi davet olsun, helikopter hazır olsun bu yıl.

Bak şimdi bunlar hayal. Her şey senin istediğin gibi olmayacak yine bu yıl. Ama her şey senin istediğin gibi olsaydı isteyecek bir şeyin kalmazdı dimi, doğum gününde mum üflemenin bi anlamı olmazdı bu yıl. Yine doğum günün gelecek bu yıl unutma. Sen yaşından genç dur bu yıl, aşk olsun bu yıl, 1–0 olan her güzel şey 2–0 olsun bu yıl. Düşünme “Yeni yılını kutlasam mı acaba....?” diye. Kutla boşver, belki 2017 ile birlikte O da değişir

Yukarıdaki dileklerden bi kaçını yaz yolla. Bi kaçı da sana gelir belki bu yıl.

Ben yine yazıyım bu yıl, boğazını düğümleyen bi isim olmasın bu yıl.

27 Aralık 2016 Salı

21 Aralık Aşkına.....!!


         Saatler 23:45’i buldu. yine uykum yok.....!   Annem bunun bir hastalık olduğunu söylüyor

Oysa camdan bakıyorum, karşı sıradaki apartmanlardan birçoğunun ışıkları hala yanıyor. bütün mahalle mi hasta yani...?

Biraz önce Ozi'm aradı, uyuyamadığı için yürüyüşe çıkacağını söyledi. benim de nasıl olsa ayakta olacağımı tahmin ettiği için, birlikte yürüyelim diye düşünmüş. bu saatte yürüyüş yapmak için delirmiş olmak gerek dedim ona ama, o yine de yürüyüşe çıktı işte... hem de tek başına sanırım.





Işığı yanan her evde benim gibi birileri var....!   Eminim her evde de bunun bir hastalık olduğunu düşünen, erken yatan birileri de vardır


Oysa bence de televizyonun karşısında uyuklayıp, erkenden yatmak istemek bir hastalık. çabuk ölmeyi istemek gibi, yaşamı pek de zor birşeyler yapmadan geçirmek veya eğlenmeyi bilmemek gibi. hatta, kendine zaman ayırmayı ihmal etmek gibi. gecenin bu saatinin dinginliği, susturulmuş kent alanında insanın kendisiyle başbaşa kalması ne güzel...! kendi kendine konuşmalar, karşı camlardaki diğer uyumayan insanları merak etmeler, onlara öyküler uydurmalar, kendi öykünü sil baştan yazmalar...

İnsan böyle zamanlar yaratamıyorsa kendine veya yaratmıyorsa, gerçekten yaşamış sayılır mı....? En azından neden uyuyamadığını düşünüyor olmak, neden uyuduğunu düşünmeden uyuyor olmaktan daha sağlıklı değil mi...?

Annem insanın kafasına çok düşünce takıldığında, en iyisinin bir bardak ılık süt içmek olduğunu söyler hep. acaba süt içsem, uykumu kaçıran bu düşüncelerden uzaklaşır mıyım...?


Aslında uykumu kaçıran düşüncelerin bir listesini yapayım en iyisi. bunların başında sanırım işim geliyor. işimi iyi yaparım. orda bir sorun yok, hatta işyerimde de bir sorun yok. aslında bu konuda çok şanslıyım üstüne üstlük. bu ülkede pek de fazla insanın yaşamadığı bir iş güvencesi ile çalışıyorum. kolay bir iş bana göre. düzeni kuruyorum, bozuyorlar, ben yeniden kuruyorum. herkes işimin çok zor bir iş olduğunu düşünüyor. oysa bu iş tam bana göre. monotonluk beni hep sıkmıştır. bu işin en iyi tarafı da bu galiba. herşeyin her an değişebilir olması ve üstelik de gerçekten durmaksızın değişmesi, yeni bir şekil alması ve diğer herşeyin de bu yeniliğe göre yeniden düzenlemeye gereksinim duyması. hiçbirşeyin kalıcı olmaması... bu devinim mi kafamı kurcalayıp, beni uykusuz bırakan, neredeyse rüyada gezen bir zombiye çeviren.....? olabilir...


Hep düşünüyorum, yarın değişecek olan ne, değişene göre ben neleri yeniden kurgulamalıyım, yeni düzende eskilerden neleri saklamalıyım, bir sonraki değişiklikte eskilerden hangilerine gereksinim duyacağım...

Sonra, bir de şu aşk meselesi var. sanırım iş düşünüyor olmaktan daha zor bir iş aşkı düşünmek. o kadar kaygan ve uçucu bir yapısı olan bir duygu ile baş etmek, sürekli devinim içinde bir işi kurgulamaktan çok daha zor. aşkı bir türlü kurgulayamıyorum. o çok serseri bir sürü duygunun içiçe geçmiş, herşeyi olduğundan farklı kılan uydurma bir hayal yalnızca. bu kadar gerçeküstü bir duygu ile nasıl baş edilir..? ayrıca, aşkın azımsanmayacak bir monotonluğu da var...

Aşık falan da değilim üstelik. zaten mesele de bu belki de..... Ozi'm, aşkın insanın aklını başından uçurduğunu, yüreğini dörtnala koşturduğunu ve dünyada sevdiğin dışındaki herşeye karşı bir çeşit körlük yarattığını anlatmıştı.... Annem ise herkesi ve herşeyi seven, aslında kimseyi ve hiçbirşeyi gerçekten sevmiyordur der. bu doğru olabilir mi...?


Ben kendimi kaybedemiyorum. belki de sorun burada. kendim hep benden önde duruyor, herkesin ve herşeyin karşısına dikilip, alçakça bir duvar kuruyor. namussuz bir şey, evet... arkası görünmeyen, pürüzsüz olduğu için delmeye kıyılmaz, duvar olduğu için üzerinden atlanmaz. sağır, dilsiz, ayırıcı, kapatıcı, beni içine, insanları dışına hapsedici. işin kötüsü, ben bu duvarı seviyorum. herhangi birşeye aşık isem, bu duvara aşığım. uyuyamıyorum.


Annem, kişilerin diğer kişilere karşı kendilerini korumak için belirli bir mesafede durmaları gerektiğini söyler. onun mesafesi vardır, duvarı değil. o da bu mesafeye aşıktır aslında. insanlara dokunmaz, kendisine dokundurmaz. aşklarını bu mesafeden yaşar ve bu yüzden hep güvendedir. annem uyuyabilir. ben uyuyamam bu duvarın arkasında. her an, duvarın gerisinde olan biteni düşünürüm. duvarın bu yakasına geçmek isteyen deniz ve diğer insanları, onlara üzülürüm, kendime üzülürüm. karşılık veremediğim sevgilere karşı ördüğüm bu duvar uyutmuyor beni.


Bir ambulans sesi deliyor gecenin karanlığını, kentin boşalmış sokaklarında hızla ve kararlı bir şekilde uzaklaşıyor benden. birileri daha uyanmıştır bu sese belki, onlar da uyuyamayacak şimdi benim gibi. tesadüfen bu saatte ayakta olan insanlarla ortak bir şeyim olabilir mi......? uykusuzluk dışında ortak bir şey... benzer bir yan, yüreğimde hissettiğim ve beynime hapsettiğim çok önemsiz görünen ama sakladığım için yaşamımın en önemli şeyi haline gelen küçücük bir duygu... başkalarında da olduğunu bilmediğim için beni utandıran... tesadüfen uyuyamamış herkesin paylaştığı önemsiz bir duygu. isimlendirilmemiş olduğu için hepimizin tehlikeli olduğunu düşündüğü, başkalarına anlatmaya korktuğu,


Uykusuz komşularım da birer birer ışıklarını söndürmeye başladılar. kendimi çok mutlu hissediyorum. işte gerçekten yalnızım şimdi aşkın yerini ve onu kimin var ettiğini merak ediyorum. aşk ruhun alışkanlığı, kalbin niyeti diye yazar guido cavalcanti. belleğin bulunduğu kısımda yerini alır aşk, biçimini, saydamlığın ışıktan aldığı gibi, mars’tan gelen bir karanlıktan alarak, oraya yerleşir. aşk böyle kolayca biryerlere yerleşebiliyorsa, ben neden hiçbiryere yerleşemiyorum.......? yoksa fazla mı yerleşiğim tek biryere, kendi içime, bir duvarın gerisine...? yoksa bir kapısı olsa, bir duvar daha mı fazla işe yarar...? o kapının ağzında, öylece uykusuzluk mahmuru verebilir miyim birine kendimi severmişçesine......? hangi duvar ustası ördüyse bu ortaçağ kale duvarını çevreme, neden bir kapı koyuvermemiş en azından ben ordan çıkayım diye...?


Sorular... asıl bunlar uyutmaz adamı işte...! kendimize sorduğumuz ve yanıtlanmamış veya sormadığımız korkudan... birilerinin bizim adımıza yanıtladığı tüm sorular, bu sorulara verilen yanıtların üzerimize yapıştırdığı tüm bu etiketler, raflara dizili bir sürü kavram ve insan arasında bize biçilen ve yalnızca üzgün bir gülümseme ile kabul ettiğimiz bu yer, birileri bizi düşürüp kırmasın diye çevremize kendimizin ördüğü duvar, bu duvar yüzünden bir türlü etiketimizi değiştiremeyen sevgililer... inancımızı yitirmek, yaşamın kendisine önce, kendimize ve sevdiklerimize, hatta aşka... hiçbir zaman bir “rüya tabirleri” kitabı satın alma ihtiyacı duymamak, veya böylesi bir kitabı hiçkimsenin size armağan etmeyi düşünmemesi.

                  Uykusuzluk bu...!   Veee bu bir hastalık  :)

21 Aralık 2016 Çarşamba

Ve Hayat Şaşırtmaya Bayılırdı.........


Sezgileri tarafından neredeyse hiç yanıltılmamış birisi olarak söyleyebilirim ki ne vakit dünyanın aslında o kadarda kötü bir yer olmadığından yaşamın şahaneliğinden güzelliğinden vesaire bahsedecek olsam, içimde bir miktar "insanları kandırıyorum" duygusu belirir.

Hayatımın akışını değiştirdiğim gün insanın en mutlu anlarından biri olan doğum günümdü....
Artık bir Beyin Tümörüm vardi belkide aldığım en büyük armağanımdı......

O gün :;
Ne için yaşıyorum dedim amacım ne varmak istediğim şey ne...? Niye hergün aynı saatte uyanıp aynı yolları gidip, çalışıyor, yemek yiyor ve uyuyorum. Niye para kazanıyorum, eskiyeceğini ya da biteceğini bildiğim şeyleri neden alıyorum.....almak, sahip olmak niye artık beni mutlu etmiyor, neden sevinemiyorum, şaşırmıyorum, artık üzülmüyorum bile.

Ve anladım kii :;
Hayat hep bir daha bunu yapmayacam'larla geçecek.

Bir daha ki seferler hep aynı şeyleri yapacaksın. hep kaybedeceksin zamanı.

Hep geleceğini yazmaya çalışacaksın. hep kaygılanacaksın. ve tasarladığın gibi olmayacak işte.

Gerçekler hep az kalacak. geçmişlerde kaybolacaksın bu sefer. hep kaybedeceksin işte zamanı. büyüteceksin gözünde. bazen hayatı, bazen kendini. sonu hep küçüklüğüyle yüzleşilmiş bi yaşantı, küçüklüğüyle yüzleşmiş bir sen...

Anı yaşamak kaygısıyla maymun olacaksın bu sefer. kaygılanacaksın oldu mu diye. düşüneceksin hep, insansın hep kaybedeceksin işte zamanı.

Ölümü düşündükçe büyüyecek boşluğun, deliye döneceksin. adapte olanlara öfkeleneceksin. onları küçük göreceksin. onları küçük gördüğünü mütevazi bir dille anlatmanın yollarını arayacaksın. anlamayacaklar. bağırman gerekecek. anlamayacaklar. uğraşmayı bırakacaksın. eğlenmene bakacaksın. ama tatmin olmayacaksın.

Tanrı diyecekler sana, çizilmiş bir yaşam. olmaz diyeceksin. özgür ruhlusun ya hani. ama bilemeyeceksin işte elindekiyle ne yapacağını. maymun olacaksın. sakinleşmeye çalıştığın saniyeler davrandığın saniyelerin yarısından fazla olacak. fazla olacak kontrolün. ancak içinden geldiği gibi davransaydın kaç vitrin inmişti aşağı, kaç beyin dökülmüştü yere... sakin olacaksın. yoksa yalnız kalırdın...

Oysa kalmadın mı yine de....? her seferinde. ama dert edeceksin işte, insansın. hep kaybedeceksin zamanı.,

Kaybetmesem ne olurdu derken, yine kaybedeceksin. şaşkına döneceksin, maymuna döneceksin.

Tarihler sayacaklar. milletler övecekler. oradan değilsin, bileceksin. bir etiyopyalıyla aynısın, bileceksin. ait olamayacaksın işte bir yere. hep ayrıksı, hep öfkeli, sebepsiz, saçmasapan öfkelere...

Onlar hep anlayacaklar seni, sen hep yanlış anlaşıldığını düşüneceksin. hep eksik anlaşıldığını. daha fazla çaba sarf edeceksin. daha çok öfkeleneceksin. daha da tuhaflaşacak işler. oysa onlar hiçbir zaman anlamayacaklar ki seni...?

Sen kendini tamamıyla öğrenebildin mi....? ama kaygılanacaksın işte. hep kaybedeceksin zamanı. onlar hep yanlış anlayacak. ama onların hep "onlar" olduklarını görmeyeceksin. "onlar" işte...

Umursamamaya çalışacaksın. maymuna döneceksin.

Düşünmemeye çalışacaksın. maymuna döneceksin.....Ama vazgeçmeyeceksin. inatçısın ya hani, güçlüsün ya... zayıflığını gördükçe güçleneceksin...

Lafları uzatmak isteyeceksin ama sıkmamaya gayret edeceksin....Hep gayret edeceksin. kimse senin yerine yaşamayacak çünkü hayatını..

17 Aralık 2016 Cumartesi

Sanmak İle Olmak Arasındaki Uçurum


Hiç biriyle konuşurken aynaya konuştuğunu sandığın oldu mu...??

Hani bak bir de bu var derken daha evet evet ben de biliyorum dendiği.....bu art arda defalarca olduğunda ne hissedersin...??

Tanrının senle oyun oynadığını mı....?? neleri kimler için feda edebilirsin....??

Satabilir misin duygularını bir damla sevgi için.....??  ne kadar eminsin hayırlarından halbuki bir düşünsen o kadar çok evetin var ki yüzünde patladıkça şok edecek...!! ama bunları kabul edebilecek kadar kadın ya da adam olabilmeye gücün var mı ...??
Tanışmaya korktuğun oldumu hiç çok değer verdiğin biriyle..??

Ya hafif kalırsak ben de o da diye.... ya aslında maskelerimizle gelirsek ve maskeler acıtırsa yüreklerimizi diye....

Hiç sordun mu kendine benimki ne yürek mi acaba diye sorabilir misin bunu olanca cesaretinle....??


Şaşkınlığını yitireli kaç mevsim oldu...?? ruhun en son nerde yanındaydı....?? gözlerinin kaç kelimesi var gerçekten doğru söyleyebildiği yoksa onlara da lens takıp mı gizledin bugüne dek yaşadığın kaçışlar gibi.....

Neden susuyorsun..?? konuşamayacak kadar boş değilsin belki ama itiraf etmekten korkuyorsun.....

Bak: hata ve hayat...çok benzer bu iki kelime.....oynasana kendine dair bu kelimelerle bulabilecek misin yedi farkı resimde.....aynada görünenle aslolan sen arasında kolay bulursun bakmayı ve görmeyi bilirsen..... ama..... hata.... hayat.....

Ben "oldum" sanmak...
Sanmak..!
Sanma....
San.....
Sanrı...
Hayatın aslında bu mu.....???